fourty eight

630 76 36
                                    

elindeki muzlu süt dolu koliyle beraber kapının önüne dikilmiş cesaretini toplamak için kendine zaman tanıyordu uzun boylu çocuk. umutsuzca mingi'nin affetmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyordu fakat nafileydi sanki. bir şekilde sürekli geri çevriliyor, görmezden geliniyordu. şimdi de artık ne yapacağını bilemediğinden muzlu süt kolisini kapıp kapısına dayanmıştı dayanmasına da cesareti yoktu zili çalmaya.

"hadi lan yunho, en fazla ne olabilir ki?" diye fısıldadı kendi kendine çaresizlikle. aslında çok şey olabilirdi, mingi onu direkt olarak dışarı atabilirdi çünkü yüzünü görmeye bile tahammülü kalmamıştı. peki o neden kapısının önünde dikiliyordu bunu bile bile? haftalardır neden affetmesi için çırpınıyordu? işte bunu bilmiyordu yunho.

kapısının önünde daha fazla durmaya devam ederse çevresindekilerin dikkatini çekeceğini bildiğinden son kez derin bir nefes aldı ve çaldı zili. sesin evin içinde yankılandığını duyarken birkaç adım sesi de gelmişti kulağına. aynı anda açıldı kapı, karşısına çıktı mingi. nemli saçları yeni banyo yaptığını kanıtlarken vücudundan yayılan ıslak odun ve yağmur kokusu burnuna doldu. gözlerini kapatıp birkaç saniye kokuya mest olsa da çekip çıkartmıştı transtan onu kalın ses.

"ne işin var burada?"

"sana da merhaba mingi, içeri girebilir miyim?"

yunho pişkin pişkin sırıtmasına engel olamazken, oreo saçlı bu çocuğun hâlâ nasıl bu kadar laubali olabildiğini sorgulamakla meşguldü ki gözüne çarptı elindeki muzlu süt kolisi. birden içindeki o heyecan yüzüne yansırken sorgularcasına bakakaldı uzun boyluya. "içeri gel de bunları neden getirdin?" dedi.

"en son geldiğimde böyle kokuyordun, seviyorsun diye düşündüm." yunho içeri girdiğinde sadece mingi'nin duyabileceği bir biçimde söylenirken kısa süreliğine irislerini yanındaki çocuğun yüzüne dikmiş ve kızardığını fark ettiğinde ise nedensizce filizlenmişti umutları. kitlenmişçesine oreo saçlının kırmızının en koyu rengine bürünmesini izlerken kalbi çarptı, güzelliğine denk kelime bulamadı. neden böyle hissettiğine bir anlam veremese de boğazını temizleyerek elindekini mutfağın tezgahına bıraktı ve üzerindeki montu çıkartıp astı ne de olsa biraz daha burada kalmayı düşünüyordu evden atılmazsa.

"teşekkürler."

"rica ederim. nasıl hissediyorsun peki, yaraların ne durumda?"

"fena değil, düzenli şekilde merhem sürüyorum ve ilaç içiyorum o kadar. endişelenecek bir şey yok." diyerek cevapladı koliyi yırtarak içerisindem iki tane muzlu süt çıkartırken. birini yunho'ya uzattıktan sonra fazla temas kurmamaya özen göstermişti, onu evine alıp konuşması affettiği anlamına gelmediği gibi affetmeyeceği anlamına da gelmiyordu elbette. sadece biraz tepkiliydi, sevdiği çocuğun olmadığı bir insan gibi davranmasına.

uzun boylu kendisine uzatılan muzlu sütü yüzündeki büyük gülümsemeyle aldığında mingi'nin aşık bakışlarının farkında değildi, sadece artık onun pek fazla tepkili olmamasına seviniyordu. "teşekkürler." dedi kısaca sütü açıp içmeye başladığında. sütü içerken aralarında oluşan sessizlik bıçak gibi keskinken gerildi ve konuşma başlatmak için konu düşünmeye koyuldu.

"soruma cevap vermedin."

mingi'nin derin sesi, aralarındaki sessizliği kesip attığında yunho'nun da odağı haline geldi. bu soruya nasıl cevap vereceğinden emin değildi, o bile henüz neden bu kadar üstüne düştüğünü bilmiyordu. acıyor muydu yoksa? düşünceleriyle boğuşup soruya cevap vermezken oreo saçlının sabrı tükenmişti.

bad boy, good lips : woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin