thirty three

1K 125 48
                                    

wooyoung gün boyu zihnini bulandıran korkunç düşünceden arınmak için çaba sarf etse de başarılı olamamıştı. kulakları her saniye korkuyla çınlıyor, kalbinin delirircesine atmasını engelleyemiyordu. derslere odaklanamıyor ve öğretmenlerin sorularına cevap veremiyordu. bu hali, sınıftaki herkesin gözüne çarparken öğretmeni de sinirlendirmeyi başarmıştı. gün boyu sadece azar yese de umursamadı hiçbirini, sadece san'ı düşünüyordu. iyi olup olmadığını bilmesi gerekiyordu.

yaklaşık bir haftadır çıkıyorlardı ve san her gün ona günaydın mesajı atıp arıyor, okula düzenli gelip teneffüslerde yanından ayrılmıyordu. wooyoung ilk defa ona ulaşamadı, sadece o da değil; ne hongjoong ne jongho ne de yunho ulaşabilmişti. kavgaya mı karışmıştı yeniden? o günkü gibi yaralalarla mı kaplanmıştı bedeni? öyle çok cevaplanacak soru vardı ki bir süre sonra düşünmekten midesi bulandı.

derse girecek durumda hissetmiyordu kendini, birazdan okulu asacak oluşu babasının kulağına gitse bile san'ın yanında gitmekten vazgeçmeyecekti.

"wooyoung iyi-" seonghwa, arkadaşındaki durgunluğu fark ederken kaşlarını çatıp ağzını açmıştı ki wooyoung oturduğu sandalyeden resmen fırlayarak sırasının yanındaki çantasını aldı.

"üzgünüm ama gitmem lazım, san'ı görmezsem çıldıracağım bu yüzden lütfen beni idare edin." wooyoung yalvarırcasına ona şaşkınlıkla bakan arkadaşlarına haykırdı. delirecek gibiydi, yeosang ilk defa onu böyle gördüğünden ağzı açık kalmış, söylediklerine karşı sadece başını sallamakla yetinebilmişti. bir kez daha anladı siyah saçlı çocuğun gerçekten büyük olana derin duygular beslediğini. bu içten içe kendisini mutlu ederken tebessüm etti.
"dikkatli ol, biz halledeceğiz aklın burada kalmasın."

gözlüklü minnetle arkadaşlarına bakarken daha fazla zaman kaybetmeden sınıftan ayrıldı ve adımlarını hızlandırarak merdivenlerden inip bahçeye çıktı. etrafta gezinen öğretmenlere yakalanmamak için ekstra dikkatli olup çevresine bakmaya devam ederek nihayet ayrılmıştı okuldan. kimseye yakalanmadığı için tuttuğu nefesini rahatlıkla bıraktı. şimdi özgürdü ve sabahtan beri aklından çıkmayan sevgilisini kontrol etmeye gidebilirdi.

aklına dolan kötü senaryoları uzaklaştırmak için temiz havayı içine çekti, gözlerini kapattı. soğuk havadan dolayı üzerindeki monta iyice sokulduğunda kızaran ve çatlayan dudaklarını yaladı.

"lütfen iyi ol san." kendi kendine fısıldayarak söylendiğinde metroya doğru yürümeye başladı çoktan. adımları her dakikada hızlandığından çevresindeki insanların da dikkatini çekiyordu. bu kadar heyecanlı ve korku dolu olmasının tek bir sebebi vardı o da san'ın geçen hafta sıkıştırılıp dövülmesiydi elbette. onu her ne kadar kavgadan uzaklaştırmaya çalışsa da öyle çok kavga etmişti ki zamanında, dövdüğü kişiler sürekli kendilerince intikam almak için geri dönüyordu.

vardığı metronun merdivenlerinden ikişer üçer adımlarla inerken birkaç kere takılıp önünde yürüyen birisine çarpmış, özür dileye dileye yoluna devam etmişti. konu san olduğunda gerçekten de kullanamıyordu kafasını, ne ara bu kadar bağlandığından bile haberi yoktu. sadece başına kötü şeylerin gelmemesini diledi.
"bir kerede gününü kavga etmeden geçirse keşke." diyerek mızmızlandı. onun bu endişesi her defasında arkadaşlarını güldürüp alay konusu olmasını sağlarken gözlüklü pek umursamıyordu.

beklediği vagonun gelmesiyle kapılar açıldığı gibi kendimi içeriye atmış, oturacak bir yer bulup başını arkaya yaslamıştı. kendine inanamıyordu, okulu astığına da arkadaşları dışındaki birini bu kadar merak ettiğine de inanamıyordu. sevgili olmalarının üstünden bir hafta geçse de wooyoung belki de hayatının en mükemmel günlerini geçirmiş, hiç gülmediği kadar gülmüştü. san'ın sürekli kendisiyle flört etmesi, mükemmel mizah anlayışı ve ilgili tavırları döndürmüştü başını. bu olanlar rüyaysa bile uyanmayı reddediyordu, sonsuza kadar bu düşü görmeye razıydı.

bad boy, good lips : woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin