"Ben yedi yaşındaydım. Ha-hamileydi annem Cansu'ya. Ablam vardı benim. On bir yaşındaydı daha. Biz... Oyunlar oynardık, babamın iş yerine giderdik çoğu zaman. Evde kalamazdık. Annem bize ev işlerini yaptırıyordu, ablamın elleri egzama olmuştu. Cildi mahvolmuştu. Babam anlamasın diye de krem sürüyordum ben; çünkü anlarsa üzülüyordu ve annemle kavga ediyorlardı. Öyle böyle değildi ama..."
Nefesim yetmeyince başımı kaldırıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Bunları anlatmak kolay değildi. Belki de dakikalardır suskunluğumun sonunda anlatmaya karar vermem tamamen çaresizliktendi. Hayatımda kendimi bu kadar çaresiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Annem terk ettiğinde bile üstesinden gelirim diyordum içimden ama şimdi üstesinden gelemeyeceğim bir darbeyle bana saldırabilirdi o kadın ve darmaduman olurdum. Çok kolay bir şekilde hem de.
"Nasıl bir kavga? Dayak var mıydı?" Yiğit öyle soğukkanlı bir şekilde sormuştu ki bu soruyu, her gün bu tür hikayeler dinlediğine emin olmuştum. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım boş boş. Dikkati tamamen bendeydi ve öfkesinin dindiğini az da olsa sezebiliyordum.
"Vardı," dedim kabullenerek. Başımı salladım aynı zamanda. "Ben, ablam... Annemden yerdik dayak. Babam ama anneme vurmadı hiçbir zaman. O anlamda bir dayak söz konusu değildi. Annemle babam kavga ettiğinde hep ev eşyaları kırılırdı. Annem sinir krizi gibi bir şey geçirirdi ve hayatından çok şikayet ederdi. Babam anneme bir gün olsun el kaldırmadı, asla."
Burnumu çekip oturuşumu düzelttim hızlıca. Sık sık gözlerimi kaçırıp ellerimle oynamak beni az da olsa sakinleştiriyordu. Şimdi belki de en can alıcı gerçeğime gelmişti sıra. Yiğit suskundu.
"Öz ailem kim bilmiyorum Yiğit," dedim tek nefeste. "Babam ablamla beni evlatlık aldı. Almış daha doğrusu. Annem bu yüzden nefret ederdi bizden; çünkü hiçbir zaman çocuk istemiyordu o. Zaten babamın da durumu pek iyi değilmiş ama ona rağmen iki tane kız çocuğunu evlat edinmiş. Annem Cansu'ya hamile kaldığında bile düşük yapmak için çok çaba sarf etti, kürtaja gitti ama babam tuttu hep. Cansu'nun bu dünyada rızkı varmış ki doğdu sağlıkla ama hayatı dar etti annem bize."
Yiğit şok içinde ellerini kaldırdı ve bu yüzden kendimi frenlemek zorunda kaldım. Yüzüme inanılmaz bir ifadeyle bakarken daha çok sıktım ellerimi. Bunu beklemiyordu elbette. Ne düşünüyordu kafasında Allah bilir.
"Sana demiştim ben..." diye mırıldandım pişmanlıkla ama olan olmuştu. "Sana anlatamam böyle şeyler. Kolay değil Yiğit. Ağır geldi sana da öyle değil mi? Biliyor musun, Cansu bilmiyor hiçbir şey. Öz kardeşim değil Cansu ama bu kağıt üzerinde böyle tabii ki. Yoksa Cansu'yu kimse benden koparamaz. Babamı da," dedim kararlılıkla.
Kolay kolay dolmayan gözlerimde yanma hissedince ellerimi daha çok sıktım. Tırnaklarım avucumun içine batıyordu sertçe ve Yiğit gözlerime öyle garip bir duyguyla bakıyordu ki sanki karşısında yirmi dört yaşında değildim de dört yaşındaydım. Bana en son böyle babam bakmıştı. Annemden dayak yediğimi gördüğünde... Nasıl es geçebilirdim kahvelerindeki o sıcacık merhameti?
"Lila bunu sen nasıl öğrendin peki? En başından beri biliyor muydun yoksa?" diyebildiğinde ses tonu o kadar şok etkisindeydi ki ihtirasla gülümsedim ve kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım.
"Bilmiyordum," dedim zorla yutkunarak ve sol gözümden bir damla yaşın yanaklarımdan aşağıya bir yol çizdiğini hissettim. Ciğerim kavruldu adeta. "Babam... Demans hastası ya hani, o söy-söyledi."
Bir hıçkırık boğazımdan firar edince dayanamadım ve yumruk halindeki ellerimi çözüp sertçe yüzümü sildim. Bütün bedenim Yiğit'in karşısında kaskatı kesilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
Teen FictionHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...