Kan bağı dediğiniz şey nedir ki? Bir insan arasında kan bağı olmayan biriyle de kardeş olamaz mıydı? Bence en önemli şey kalbinde birilerine yer verebilmekti. Benim kalbimde kız kardeşimin, babamın kocaman bir yeri vardı. İnkâr etmediğim bir yer daha vardı ki o da Yiğit'e aitti. Ablamı unutmuştum sanki. Ablamın kim olduğunu bilsem de artık ona karşı herhangi bir kardeşlik duygusu besleyemiyordum ki eminim o da bana karşı beslemiyordu. Yine de gitmek, kaçmak çözüm müydü hiç?
Geldiğim bakımevinde babamı ziyaretim bitince kaldırımda boş boş yürümeye başlamıştım. Bugün izin günümdü. Aylardansa kasım... İki ayı devirmiştik. Cansu gideli iki ay oluyordu ancak kardeşimi görmeyeli üç ayı da geçmişti. Sanki her an bir yerden çıkıp gelecekmiş gibi hissediyordum. Böyle evime girdiğim her anda içeriden Cansu çıkacakmış hissi geliyordu bana. Ama her seferinde onu bulamıyordum odamızda. Yoktu. Yokluğuna alışmak ise berbat bir şeydi. Eve her girdiğimde boğazım düğüm düğüm oluyordu. Acaba neredeydi şimdi? Bir evde miydi, yurtta mıydı bilmiyordum. Reşit değildi henüz, nasıl bir devlet yurduna girebilirdi bilmiyorum. İlla ki bana ihtiyacı vardı ama aylardır ses soluk yoktu ondan.
Tek duam kardeşimin iyi insanlarla karşılaşmış olmasıydı. Tek duam buydu. Benimle olmak istemiyorsa bile bir şekilde kabullenirdim bunu; ancak ona zarar verecek, onu on yedi yaşında kötü bir yola sürükleyecek insanlarla karşılaşmasını ve bunca sene üzerine titrediğim kardeşimin bozulmasını, elimden öylece kayıp gitmesini kabullenemezdim. Bunu kaldıramazdım gerçekten o yüzden aylardır kardeşimle karşılaşacağım o anı bekliyordum.
Hava çok soğuktu ve gökyüzü sımsıkı birbirine dolanmış bulutlarla kaplanmıştı. Yağmur geliyorum, diyordu sanki. Üşüten bir rüzgâr sarmıştı sokakları ve bu rüzgâr kimsesizliğimi daha çok benden alıp gidiyordu. Ezbere bildiğim yolu biraz daha yürüdükten sonra çiçekçi dükkânının önünde durdum. Saat öğleden sonra dörde geliyordu ve okul çoktan dağılmış olmalıydı. Dükkânın kapısını ittirerek içeriye girdiğimde Semih tezgâhta çiçek buketi yapıyordu bir müşteriye. Beni fark ettiğinde eliyle bir dakika yaptı. Ona kafa sallayıp raftaki saksılara yöneldim.
Tolga sayesinde Semih o çok sevdiği çiçeklerle bir dükkânda buluşmuştu. Okul çıkışı yarı zamanlı olarak anlaştığımız bir dükkânda çalışıyor ve dükkânı o kapatıyordu. Dükkân sahibi de epey yaşlı olduğundan Semih'in cep harçlığını verip gönderiyordu. Onun için de iyi olmuştu çünkü adamcağızın dizleri tutmaz olmuştu bu emektar dükkânda çalışmaktan. Semih müşterisini gönderdikten sonra tezgâhın önündeki koltukları gösterdi bana ve çay ocağına yöneldi.
Usulca koltuğa otururken dükkânın sıcaklığı ile ısındım pare pare. Bu dükkân geniş bir sera alanı gibiydi ve yerler topraktı. Arkada ise dükkân sahibinin müstakil evi duruyordu. Ara sıra torunları geldiğinde ortalık şenlik yerine dönüyormuş Semih'in dediğine göre.
"Hoş geldin abla. Nasılsın bugün?" diyerek sıcak çayı önüme koydu. Masadaki iki küp şekeri alıp attım ve karıştırmaya başladım demli çayı.
"İyiyim Semih. Sen nasılsın? Nasıl gidiyor işin? Annen iyi mi?" dediğimde kendi şekersiz çayından bir yetişkin misali yudum alıp cevap verdi.
"Annem çok şükür iyi. Çocuklardan birisi okula başladı bu sene. Sayenizde abla. Bu iş çok iyi oldu. Artık üşümüyorum," dediğinde gülümseyerek baktım. Tolga'ya ne kadar teşekkür ettiysek de hep az gelmişti bizim için çünkü Semih için yapmak istediğim şeyi Tolga yapmıştı hem de içinden gelerek.
"Teşekkür etmeyi bırak artık ve çalış bakalım Semih Efendi. Hayat böyle işte... Bizim gibilere yüzü pek gülmüyor," deyip kıkır kıkır güldüğümde Semih hemen arkasındaki gül vazosundan bir gül alıp bana uzattı. Gözlerimi devirdim hemen ve geri çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
Teen FictionHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...