Lila İpekçi
Hayat bazen öyle ters köşeleriyle karşıma çıkıyordu ki iliklerime kadar yorulduğumu çok iyi hissediyordum. Ne yapacağımın kararsızlığı ile boğuşuyordum günlerdir. Hangi zaman diliminde düşünmeyi keserdim bir fikrim yoktu. Hangi zaman diliminde dertlerim biterdi ya da bitmese bile hafiflerdi Allah aşkına? Ben ne zaman içimden gele gele gülüp sevecektim? Kardeşime mükemmel bir hayat sunmak için ne kadar kendi hayatımı hiçe sayacaktım? Babama ne olacaktı? Sonu nasıl olacaktı babamın? Benim bir hayatım olacak mıydı günün birinde? Sanmam. Aklımdaki en net cevap kocaman bir hayır idi. Dahası yoktu. Yirmi dört yaşında tükenmiş genç bir kadındım. Hayallerim hep yarımdı. Liseyi bitirememiştim, sınıf arkadaşlarım olmamıştı, aynaya geçip de kendimle hiç vakit geçirememiştim.
Bazen kendime soruyorum. Ben nelerden hoşlanırım? Bana iyi gelen bir aktivite varsa bile, o şey nedir? Yemek yapmak mı? Kafam doluyken dip köşe temizlik yapmak falan mı? Ölene kadar bir restoranda garsonluk yapmak mı? Yapmak istediğim iş bu değildi. Garsonlukta bir dünya markası olabilirdim, servis açmakta süper olabilirdim, patronum beni kaybetmemek için çok iyi bir maaş verse de ben bu mesleği yapmak istiyor muydum? Benim isteklerim ne zaman birinci sıraya geçecekti?
Bir adamdan hoşlanıyordum ama sıra bir türlü oraya gelmiyordu. Yiğit Aysar bile hayatımın hep sonlarında yer alıyordu. Yapmamam gereken, sevmemem gereken bir kişiydi o. Hem çok farklı hikâyelerin başrolleriydik hem de ben onunla olmak için çok zayıftım. İncecik bir halkadan ibarettim ben.
Boğulmuş bir hisle geniş bisiklet yaka tişörtümü çekiştirdim ve yürüdüğüm parkın yolunda durdum. İç sıkan düşüncelerim artık karnımı da ağrıtmaya başlamıştı. Daha fazla yürüyemeyeceğime kanaat getirince kaldırıma çöktüm adeta. Bir elim karnımı sımsıkı tutmuş baskı uygularken öteki elimle dizimi sıkıyordum. Hava biraz serin de olsa akşam akşam ter basmıştı iyice. Tişörtüm saniyeler içinde sırılsıklam olmuştu. Karın ağrım biraz hafifleyince başımı kaldırıp mahur gözlerle gökyüzüne baktım. Yıldızlar pürüzsüz bir şekilde gökyüzüne serilmişti yine.
Aptal gibi gülerken telefonum çalmaya başladı. Cebimden çıkarıp ekrana baktığımda Yiğit'in aradığını gördüm. Yeşil simgeyi kaydırıp telefonu kulağıma dayadım.
"Efendim Yiğit?" dedim iç çekerekten.
"Müsait misin Lila?" Başımı salladım isteksiz bir şekilde.
"Müsaidim. Söyle bakalım, ne oldu?"
"Yüz yüze konuşalım istersen. Neredesin? İşte misin hala? Gelip alabilirim seni." Etrafıma bakındım biraz.
"Hayır, işten çıkalı yarım saat olacak. Ben bir parktayım. Dinleniyordum sadece," dediğimde aldığı nefesi işittim. İç bunaltıcı bir nefesti ve nerede duysam tanırdım.
"Tamam, bana tam konum atar mısın? Yanına gelmem gerek," dediğinde sessizce onayladım ve telefonu kapatıp ona konum gönderdim. Sonra telefonu kapatıp dirseklerimi dizime dayadım. Yoldan geçip giden arabaların arasında kayboldu gözlerim. İçimde gram heyecan yoktu, stres yoktu, istek yoktu... Umutsuz bir şekilde hayatın üzerimdeki oyunlarını bekliyordum sanki.
Cansu ile görüşmeyeli bir hafta oluyordu. Beni birkaç defa arasa da görmezden gelmiştim hep. Annemden de bu süreçte ses soluk çıkmamıştı ve çıkmaması iyiye işaretti zira delirmeme ramak kalmışken bir de onunla uğraşmak istemiyordum. Kardeşim meğerse hayatımdaki en büyük destekçimmiş. Onun olmadığı bir hayat beni iyice depresyon çukurlarına sürüklemiş ve üzerime kürek kürek toprak atmıştı.
Ben umutsuz düşüncelerime tutunmuş içimi yiyip bitirirken önümde bir araba durdu. Audi. Buruk bir gülümseme ile arabayı izlerken farları söndü ve motor sustu. Daha sonra kapısı açıldı ve Yiğit Aysar yine bütün havası, karizması ile arabasından indi. Jilet gibi giydiği takım elbisesinin içinde yine bir manken edasıyla süzülürken beni buldu o karanlıkta ve oturup kaldığım kaldırımın hemen yanına oturdu sorgulamadan. Benim gibi dizlerini kırdı ve dirseklerini dayadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
Teen FictionHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...