Yazarın Anlatımıyla
Yiğit Aysar terastaki salıncağa oturmuştu. Üzerinde rahat bir eşofman takımı vardı. Her zaman taradığı saçları dağınık halde alnına düşüyordu tutam tutam. Telefonu sadece birkaç adım uzağındaydı ve gözleri lacivertin boyandığı koyu geceyi seyrediyordu. İnce bir müzik çalıyordu kısık sesle ancak müzisyenin ne dediği anlaşılmıyordu. Kaç saattir bu yaz gecesinde terasta oturduğunu bilmiyordu ancak bildiği bir şey varsa o da geceyi sabaha bağlayacağı kesindi. Gözleri yorgun yorgun bakıyordu uzaklara ancak genç adam uyuyamayacak kadar canı sıkkın hissediyordu. Nereden gelmişti birdenbire bu derbeder haller bir türlü anlam veremiyordu. Kafasındaki sesler bir türlü dinmiyordu.
Lila telefonu yüzüne kapattığından beri içinde çözemediği bulmacalarda boğulmuştu. Nasıl bu ruh halinden sıyrılacağını düşünürken arkasından yaklaşan adım seslerini dahi duymuyordu. Doruk gözlerini ovalayarak terastaki gölgeyi takip ettiğinde salıncağa yığılıp kalan Yiğit'i fark etti. Eliyle yüzünü iyice sıvazlayıp uykusundan sıyrılmaya çalışırken betonun üzerinde duran telefona uzandı ve ekranı açtı. Tuğkan'dan Geber çalıyordu kısık bir sesle ve saat sabaha karşı üçü gösteriyordu. Bu garip birleşimler karşısında kafasını çevirip Yiğit'e baktı dik dik.
"Abi, hayırdır? İyi misin sen?" diyerek terastaki masaya ait sandalyelerden birini sürükledi ve yanına oturdu. Bahçe ışıklarından oluşan loş ortamda Yiğit gözlerini belirsiz bir noktaya dikmişti ve Doruk'u duymuyordu. Bu durumu garipseyen, hatta tehlikeli bulan Doruk elini Yiğit'in gözlerinin önünde sallayıp dizinden dürttü. "Abi sana diyorum!"
Yiğit bir uykudan uyanırcasına daldığı yerden irkilerek sıyrıldığında gömüldüğü salıncakta daha dik oturmaya başladı ve yüzüne gelen saçlarını arkaya yatırdı.
"Dalmışım koçum, hayırdır bu saatte neden uyanıksın sen? Uyku mu tutmadı yine?" dediğinde Doruk dudaklarını büzerek içeriyi gösterdi çenesiyle.
"Su içmeye kalktım, baktım sesler geliyordu, terasa çıktım, sen varsın. Esas sana hayırdır abi, yani bu saatte Tuğkan dinlemek de neyin nesi?" diyerek telefonuna uzandı ve ekranı açıp Aşkın Kanunu çalan parçayı kapattı. "Aşk acısı çekiyorsun da bizim mi haberimiz yok? Adam bangır bangır aşkın kanunu yok ama cezası ağırdır, bağır çağır söylersin derdi duymaz sağırdır, diyor," dedi gülerek.
Yiğit telefonunu aldı ve ekrandaki şarkıyı kaydırarak tamamen kapattı. Gözlerini kaçırarak bir cevap bulmaya çalıştı içinde ama o bulmaca öyle zordu ki verecek bir cevap yoktu içinde.
"Boş ver. Hadi yatalım." Doruk kalkmaya çalışan Yiğit'i durdu ve oturmasını sağladı. Yiğit itiraz edemeyecek kadar halsizdi. Kalktığı salıncağın ucuna oturdu, istemsizce omuzlarını düşürdü. Direnecek gücü yoktu pek.
"Abi iyi değilsin sen. Seni daha önce böyle görmemiştim ben. Bir şey var belli ki, anlat işte bana. Söz kimseye demem, Asu'ya bile!" deyince Yiğit gözlerini devirerek yorgun argın son cümlesine güldü.
"Salak herif, senin Asu'dan ayrı gayrın mı var?"
Doruk ellerini kaldırdı teslim olurcasına. İkna ederken takındığı o tavrı takındı ve yeşil harelerini büyüterek baktı.
"Bak yemin ediyorum anlatmayacağım ya. Sen dökül hele..." diyerek dizine hafifçe vurduğunda Yiğit elini kovarcasına Doruk'a salladı.
"Lan bi git işine! Manyak mıdır nedir? Yatalım, yürü. Yok benim derdim falan."
Doruk sesli bir şekilde oflayarak başını eğdi ve dirseklerini dizine dayadı.
"O zaman sen de benim hiçbir derdime koşma abi. Ben senin derdine ortak olamıyorsam sen de benim dertlerime ortak olma! Ne bu yetişkin tripleri anlamıyorum ha! Ne halin varsa gör. Gidiyorum!" diyerek ayağa kalktığında Yiğit bıkkın bir şekilde başını eğdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
Ficção AdolescenteHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...