Bekliyordum. Daha ne kadar bekleyeceğimden habersiz mahallemizden uzakta, tanıdık kimsenin saatlerce otursak bile bizi görmeyeceği bir parkta oturuyordum. Çimenler kuruydu ve o kuruluğu fark ettiğim andan beri yerde bacağımı acıtmadan oturuyordum. Yanımda Sefiller romanı vardı. Yıllardır bitiremediğim, okumaya fırsat bulamadığım ama hep de yanımda taşıdığım o kalın roman. Yiğit'i bekleyeceğimi en başından beri biliyordum. Bu yüzden ağacın altına oturmuş pek rahat hissetmesem de romanı okumaya devam ediyordum. Öyle çok dalmıştım ki Cosette'in gidişini fazlasıyla boş hislerle okuyordum ve sanki parkta değilmişim gibi bir hisse kapılmıştım.
"Sefiller mi?" diye bir ses duyduğumda irkilerek yerimden sıçradım. Yiğit'ti bu. Kitabı hemen kapatıp sırt çantamın içine attım ve onun yerine telefonu çıkardım.
"Al. Bunu kabul edemem," diyerek eline tutuşturduğumda hiç tutmaktan yana olmadı ve telefon yere düştü. Neyse ki çimenler gürdü de herhangi bir hasar almadığına emindim.
"Çok başı diksin biliyor musun ama bu çok gereksiz."
Sabırla ellerimi belime yerleştirdim.
"Umurumda değildi en son ve inan hala umurumda değil. Telefonunu yerden al ve git. İşlerim var," diyerek yanından sıyrılıp gitmeyi ümit ederken kolumda tutmasıyla dudaklarımın arasından bir of firar etti ve koltuk değneklerimi öylece yere atıp Yiğit'e döndüm. "Ne var anasını satayım, ne?" diye diklendiğimde sabrımın en uç noktalarında olduğumu anlayamıyordu.
"Anasını nedeyim?" diye sordu kahkaha atmasına ramak kala. Bir anlık boşluğuma denk gelip bu ifadesi beni de güldürdüğünde cesaretini toplamış bir şekilde yerden telefonu aldı ve elime bıraktı. Gözlerimi devirmek dışında hiçbir şey söylemedim.
"Bak canım, bu telefon kırdığım telefonun karşılığında sana olan borcum. Kusura bakma ama kırdığım telefonun piyasada satılmıyor. Almak isterdim o çağdışı telefondan ama yok. En son Taş Devri'ndeki Vilma Çakmaktaş kullanmış telefonu. Nereden bulabilirdim?"
"İyi boş yapıyorsun..." diye vızıldadım adeta ve üfledim. "Doksan bin liralık da telefon almazsın di mi?" Telefonu elimde sallaya sallaya göğsüne vururken Yiğit baygınlık geçirecekmiş gibi başını eğdi ve geriye doğru çekildim zira o kafasını eğdikçe bu yakınlık tehlike sinyallerini açıyordu bende.
"Dün kardeşinin sesine bayıldım. Kaç yaşında?"
"Sana ne. Gidiyorum ben. Bir daha görüşmeyelim. Al şunu da," diyerek telefonu ceketinin cebine attım ve koltuk değneklerimi alarak toparlanmaya çalıştım. Keşke şunlar olmasaydı da sadece çekip gitseydim. Sırf yavaş gittiğimden Yiğit sürekli beni durdurma şansını elde edebiliyordu ve bu çok sinirimi bozmaya başlamıştı.
"Lila arkadaşım olur musun?" diye arkamdan seslendiğinde yüksek sesle bağırdım. "Hayır!" Yürümeye devam ederken Yiğit'in arkamdan geldiğini hissediyordum çünkü sesi hiç uzaklaşmıyordu.
"Neden hayır diyorsun hemen? Bence biz iyi anlaşırız."
"Ben seninle anlaşmam."
"Ha yani istesen anlaşırsın. İstemen için ne yapabilirim?"
Karşımda bizi keyifle izleyen kız kardeşimi gördüğümde adımlarım durdu. Yine o Prenses Merida kılığı ile karşımda dikiliyordu ve neredeyse kahkaha atma kıvamında dudakları kulaklarına kadar kıvrılmıştı.
"Abla?" diyerek cıvıldadığında ona en sevimsiz ve sahte gülümsemelerimden gönderdim ve kolunda girdim hemen.
"Cıvıma hemen. Yürü eve gidiyoruz," diyerek onu mahalleye doğru çevirdiğimde durmadan arkasına dönüp duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
Teen FictionHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...