İş yerime gelmişti, konuşmak istemişti ama patronuma beni rahatsız ettiğini söyleyerek onu restorandan attırmam kolay olmuştu. Öfkelenmişti ama yapmaktan gocunmamıştım; çünkü o da benim yapmasını istemediğim bir şey yapmıştı. Annemle görüşmüştü ve beni zorlamıştı. Ortada resmi bir dava bile yokken onunla görüşmesine, benim hakkımda konuşmasına tahammül edemiyordum veya hazmedemiyordum. Erkan Bey'in benimle konuşması işe yaramıştı yaramasına ama yine de elim telefona gitmemişti hiç. Kendimi iğrenç hissediyordum ve işle kafayı bozmaktan başka çıkar yolum yokmuş gibiydi.
On dört gün geçmişti görüşmeyeli. Huzursuzluk, stres, gerginlik ve huysuzluk tavandı. Daha ne kadar kendimle inatlaşabilirdim bir fikrim yoktu. Ağustos ayının ortalarına gelmiştik. Cansu'nun sonuçları açıklanmıştı ve onu restorandan attırmama rağmen Yiğit bana sonuçların fotoğrafını göndermişti. Cansu da ayrıyeten mesaj attığı için Yiğit'e cevap vermek yerine Cansu'ya yazmıştım her tehlikeye karşılık. Ona cevap vermeme o kadar sevinmişti ki en azından telefonla aradığında artık açıyordum.
Yazdığı yerler hep hemşirelik olduğu için önce onu azarlamıştım daha sonra Doruk'un destekleri doğrultusunda konservatuvar okullarını araştırıp tercihlerini kısa süre içinde düzenlemiş ve yeniden bana göndermesini sağlamıştık. İstediği mesleği yapması için kendimi parçalamam gerekiyorsa parçalayacaktım. En azından kız kardeşim istediği hayatı yaşamalıydı.
Restoran kapanmak üzereydi artık. Son temizliğimizi de hallettikten sonra Ekin girişte bize seslendi ama on dört gündür olduğu gibi havamda değildim.
"Hadi hanımlar!" diye yükseldiğinde Simge'ye döndüm.
"Tek döneceğim ben. Siz gidin," diyerek önüme döndüm ve onları beklemeden restorandan çıktım.
Otobüsle değil yine yürüyerek gidecektim. Bacaklarım kopsa da umurumda değildi. Telefondan saatime baktım ve bir buçuk saat sonra en erken evimde olacağımı fark ettim. Huzursuz bir şekilde yine telefonu cebime koyacakken ekranı kapatmak yerine mesajlarıma girdim. Yiğit'e günlerdir cevap vermemiştim. Görüldü yediğiyle kalmıştı sadece. Yapabildiğim tek şey engelini kaldırmaktı. Ondan öteye gidememiştim. İç çekerekten mesaj ekranına bakıp içimden küfürler yağdırırken bir ses duydum.
"Güzel ablam sen misin yoksa?" Bu sesi tanıyordum. Durup telefonu indirdiğimde karşımda haftalar önce otobüste karşılaştığım çocuğu gördüm. Semih'ti adı yanlış hatırlamıyorsam. Onu gördüğüme bir an öyle sevinmiştim ki gidip çocuğu kollarımla sarmış ve çok sıkmadan ayrılmıştım hemen.
Oyunbaz bir sesle, "Semih misin yoksa sen de?" dediğimde Semih şaşırmıştı.
"Vay be abla, adımı hala hatırlıyorsun demek ki. Nereye böyle ayıptır sorması?" dedi kucağında az bir şey kalan gülleri sararken. Onu hemen kolumun altına aldım ve yürümeye devam ettim. Sorgulamadan bana ayak uydurdu.
"Evime gidiyorum. Ya sen ne yapıyorsun? Hala çalışıyor musun?" dediğimde başını salladı güllere bakıp. Onu bu halde sokakta bırakmak içimden gelmedi.
"Ya, Semih yanlış anlamazsan ben birinin kalbini çok kırdım. Aramı düzeltmem gerekiyor. Ben senden bu çiçeklerin hepsini alsam ve parasını ödesem olmaz mı? Şimdi bu saatte çiçekçi bulamam ben," diyerek uydurmasyon bir senaryo söyleyince Semih garip garip kucağındaki güllere baktı ve durup saymaya başladı. O saymaya başlayınca ben de durdum. Çok geçmeden kafasını kaldırıp bana cevap verdi.
"Abla tanesi elli liradan satıyorum ben bunları. Burada da yirmi iki tane var. Yani bin yüz lira yapıyor. Sen almak istediğine emin misin?" dediğinde hemen cüzdanımı çıkardım. Tamam, cebimde bin yüz lira taşımıyordum ama ne kadar varsa şimdilik o kadar verebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
أدب المراهقينHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...