Kapanış saatiydi. Ayaklarıma kara sular inmişti doğruyu söylemek gerekirse. Bütün gün çalışmadığım günlerin hıncını alırcasına çalışmıştım ve bunu kendime neden yaptığımı bilmiyordum. Psikolojikmen patronuma karşı derin bir mahcubiyet hissettiğimdendi sanırım. İşe geldiğimde dün neden gelemediğimi Simge'den öğrenmiş ve durumu kabullenmişti. Bu beni sevindirse de rahatsız da etmiyor değildi.
Dudaklarımın arasından verdiğim şiddetli nefesle önüme düşen saçlarımı her defasında geriye püskürtürken o inatçı saç tutamlarım da önüme gelmekten uslanmıyordu. Kafamın içinde dönüp duran WhatssApp durumu bütün gün çalışma arkadaşlarımla olan diyaloglarımı kısıtlamıştı. Bu sebeple birdenbire omzuma dokunan Harun ile çığlık atarak geriye sıçramam bir olmuştu. Kuruladığım bardağı neyse ki düşürüp kırmamıştım. Bardağı yerine bırakıp elimdeki bezle Harun'un omzuna vurmuştum bir tane.
"Ya salak mısın ya? Neden korkutuyorsun beni?" diye hesap sorunca Harun ifadesiz bir şekilde bana bakmıştı. Soğuk bir yapısı vardı genelde. Onun hakkında herkes çok az şey bilirdi.
"Bu kadar sesli bir ortamda dalabildiğini bilmiyordum. Sabahtan beri telefonun tezgâhta titreyip duruyor da birisi mesaj yığıyor sana. Önemli olabilir," dediğinde dudaklarımı ıslattım ve sakinleyerek başımı salladım.
"Kusura bakma, vurmak istemezdim. Sağ ol." Harun omuz silkerek yanımdan uzaklaştığında ben de tezgâha bıraktığım ve ne zaman tezgâha bıraksam Ekin ve Simge'den azar yediğim o üst model telefonuma ulaştım. Şifresini girip mesajlarıma girdiğimde Yiğit'ten art arda mesajlar geldiğini gördüm. Sadece mesaj bildirimleri ile kalbimde hissettiğim hareketlilikle öcü görmüş gibi telefonu yerine fırlatırcasına bıraktım ve ekrana baktım öylece.
Nefes nefese hissediyordum kendimi. Uzun mesafe koşan olimpiyat yarışmacılarından farksızdım. Etrafı kolaçan edip şu saçmalayan halimi seyreden birisi olmadığını görünce telefona uzanmak istedim ancak mesajlar hala su gibi yağıyordu. Derdi neydi? Bugün yüzüme bile bakmamıştı!
"Napıyorsun Liloş? Böcek mi var?" diyen Simge elindeki bezi katlayarak tezgâhın arkasına geçtiğinde benim telefonuma olan bakışlarımı görünce ikimizin arasında gidip geldi gözleri.
"Noluyor be? Baksana mesajlarına. Telefonun başımıza yıkacak restoranı" diyerek ahşap zemini gösterince kısık sesle Simge'ye cevap verdim.
"Yiğit mesaj atıyor," dediğimde adımları durdu ve tam yanımdan geçmek üzereyken duraksayarak başını bana çevirdi. Renkli gözleri merakla kısılmıştı.
"Yiğit Aysar mı? Ne diyor?" dedi tıpkı benim gibi kısık sesle. Gözlerimle bir kere daha etrafı kolaçan ettikten sonra yerimden milim dahi hareket etmeden cevapladım.
"Bilmem." Simge gözerini devirdi bu cevabıma ve telefonumu elime tutuşturdu.
"Aç da öğrenelim ne olduğunu o zaman Lila! Deli misin nesin?" diye çıkışınca telefonu bir vebalı gibi tekrar tezgâha fırlattım ve bu defa Harun'a vurduğum gibi Simge'nin de bana vurmasına sebep oldum.
"Salak kız seni! O telefon kaç para haberin var mı? O iPhone 15 Pro Max! Düzgün davran şu telefona!" Art arda vurduğu bezi elinden alıp onu da tezgâha vurarak fırlatınca Simge elini beline koydu bir anne edasıyla. "Hayırdır kız cimcime? Ne oluyor sana? Bir atarlar bir giderler falan... Niye bakmıyorsun sen telefona, belki babanla ilgili bir şeydir," deyince küçük bir çocuk gibi somurtarak omuz silktim.
"Çıkalım da anlatırım," deyip bardakları silme işine devam ettim. Telefonu o anda kafamdan silmek zor olmuştu. Başaramamıştım zaten ve çıkış saatimiz geldiğinde kıyafetlerimi giyip Simge ile Ekin'i yanımızdan postalayıp yola düşmüştük. Dışlanmaktan hoşlanmayan arkadaşım bir ton trip atsa da mahalleye giden yolu yürümeye karar verip Simge ile ufak adımlarla kırk beş dakikalık yürüyüşümüze başladık. Yürüyerek ölmeye niyetliydim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Kelebeği ✨️ Aile Serisi 1 (TAMAMLANDI)
Dla nastolatkówHayatsızlar, hayatın adaletsizliğiyle bir akşam yemeğine çıkmışlar. Yollar engebeli ve kumluymuş. Şık kıyafetlerle, bedenlerindeki yara izlerini ve ruhlarındaki iyileşmeyen acıları gizlemek istemişler. Maskeli şeflerin yaptığı, iki yüzlü garsonları...