Sabri daha küçüktü ablası sevip de evlendiğinde. On yedisinde delikanlıyken sordu eniştesi MİT'e girmek isteyip istemeyeceğini. O gün anladı Sabri eniştesinin asıl mesleğini. Ömer'in iş adamı kimliği altında sakladıklarını öğrenince Sabri, hem kızmış hem de anlatılmaz derecede gururlanmıştı.
Ömer görmüştü ondaki cevheri. Zekası, bilgiye açlığı, çevikliğinin yanında Vatan aşkı, sevdası da tamdı zaten Sabri'nin. İyi bir eğitimden sonra zehir gibi olurdu bu çocuk. Harcanmamalıydı ona göre.
Sabri tüm eğitimleri tamamlayıp görevlere çıkmaya başlayınca kendiyle aynı ekibe aldı onu Ömer. Böylelikle daha da sıkı bir dostlukları oluştu onunla.
Ablasının haberi yoktu çevirdikleri dolaplardan. Sabri de söylemedi. Ömer zaten oldukça iyi idare ediyordu. Uzun görevlerde şirketi yurt dışına taşıyor, vurulduğunda da şantiye saldırıya uğruyordu.
Yediği fırçalar, verdiği sözler sonucu birazcık uslu duruyor, hemen ardından döngü bir daha başlıyordu. Ta ki dört yıl öncesine kadar.
Uğradıkları pusu sonucu Ömer kollarında şehit olurken; "Söyle onlara demişti" son bir gayretle. Sabri cenaze işlemleri bitiminde anlattı her şeyi. Ablası, yeğenleri perişan olmuşlardı.
Her ne kadar oğlanlar bunun gururlanacak bir durum olduğunu düşünüp gurur duysalar da Merih yediremedi kendine.
Ömer karısına ilk görüşte vurulmuştu. Üç yıl sürecek gizli bir operasyon yüzünden hem kendini iş adamı olarak tanıtmak zorunda kaldı hem de o güzel gözlü kadından vazgeçmeyerek evliliğe ikna etti. Karısını üzmemek, telaşa sokmamak için görevi bittikten sonra da söyleyemedi. O güzel kadın ona aslan gibi iki oğlandan sonra bir de narin bir çiçek gibi mini minnacık bir kız çocuğu da vermişti. Ağzından çıkacak tek kelimeyi bile hasretle bekleyeceği bir kız çocuğu.
Merih'e bu yüzden ağır geldi öğrendikleri. Babasıyla arasında bambaşka bir bağ olduğunu düşünürdü hep. Annesiyle bile konuşmadığı şeyleri babasına anlatır onun da ona öyle güvendiğini ve de her şeyini saklamadan kendisine anlattığını düşünürdü. Sırdaştı onlar babasıyla.
Ya da öyle olduklarını düşünüyordu.
Babasının bunları saklaması aslında Merih'e hiç güvenmediği anlamına geliyordu apaçık. Sırf ona kızgın olduğunu belirtmek için dava açıp annesinin soyadına geçti. Ona dualarını eksik etmese de artık Merih Arslanlı değil, Merih Soyder oldu babasına inat.
Sabri de alttan alttan eğitti bu küçük fırtınayı. 15 yaşındaki ergenin kırgınlıklarını, kızgınlıklarını kontrol etmeyi, öfkesini dindirmeyi amaçlayan tüm çabaları da Merih'in kendini kontrol etmeye başlamasıyla beraber suratına kapanan kapılarla sonuçlandı.
Merih dayısına da kızgındı.
Ne kadar çabalarsa çabalasın her şey Merih'in daha güçlenmesi ve de ondan daha da uzaklaşması anlamına geliyordu.
Tam iki yıl onun kalbini kazanmaya çalıştığı sırada aşık oldu Sevil'e. Düğünlerine çağırdı Merih'i. Genç kız terslenerek gelmeyeceğini söylediğinde istifa edeceğini diyiverdi birden.
Tüm duvarlarını, kapılarını yerle bir eden Merih anında atlayıverdi dayısının boynuna. Ayrılmaktan korkarcasına sımsıkı sarıldığı dayısına ağladığını açıkça belli eden bir sesle;
"Bırak o işi dayı. Valla çalışır bakarım ben sana. Söz, yengeme de çok iyi davranacam. Gerçekten bak. Yalvarırım bırak o işi." demişti hala kollarıyla sımsıkı sararken Sabri'nin boynunu. Sabri, hiç düşünmeden; "Söz!" deyiverdi. Sonra da babasından daha yakın oldu yeğenine.
Şimdi de aptal bir bilgisayarın başında, o it oğlu itlerin küçük fırtınasını kameranın önüne getirmelerini izlemek zorunda kalıyordu.
Şerefsizler iyi kurmuştu tezgahı. Tam yüz farklı haneden sinyal alıyorlardı. Üstelik çoğu farklı şehirlerden geliyordu ki farklı ülkelerden gelenleri bile vardı sinyallerin. Her yere eş zamanlı baskın yapmanın hayalperestlik olduğunu bilse de o küçük kızın onların elinde kalmaması gerektiği de aşikardı.
Merih kameranın karşısına getirildiğinde fazla itaatkardı. Korkmuş, pısmış bir havası vardı. Gözlerinde az sonra çok fena şeyler yapacağım diye bas bas bağıran o pırıltılar tamamen yok olmuş, aptal aptal belirli noktalara bakıyordu. O noktalarda onu gözleyen adamlar olduğunu anlamak için fazla akla gerek duymasa da küçük fırtınasının bu hali Sabri'nin umutlarını bir bir çöp tenekesiyle buluşturuyordu.
Berk ve Korhan sinyallerden bir iz bulmaya çalışırken, Sabri Serdar, Semih ve Meral de kamera karşısında olacakları izliyorlardı. Grubun diğer üyeleri Merih'in öldüğünü düşünmüşlerdi hep. Serdar ve Sabri ölmediğine dair umutlarının meyvesini almış olmanın keyfindeydiler biraz buruk olsa da.
Serdar şu an, yine ve yeniden hayran olmakla meşguldü o kaçığa. Aptal bir çocuk rolü oynamakla kalmamış, bir de ip ucu sağlamıştı kendilerine. Orman ya da koruluk alandan gelmeyen sinyalleri eleyip geriye 40 tane sinyal bırakmışlardı.
Kızın ne için kaçırıldığını bilmedikleri için ve de köstebekler haber uçurur korkusuyla ek yardım da talep edemiyorlardı. Zaten olayı kayıt altına da henüz almadıkları için yardım talep edebilecekleri çok fazla kişi de yoktu. Korhan'ın ekibiyle kızlar bir araya gelmişler, güvendikleri birkaç kişiye de tetikte olmalarını söylemişlerdi. Bu şartlarda baskının yapılabilmesi için çok fazla adam lazımdı. Bu yüzden de seçeneklerin azaltılması şarttı.
Merih'e tokat attıktan sonra o şerefsiz ve yaverleri ayrıldılar odadan. Hemen ardından da Sabri'nin telefonu çaldı. Berk'in numarayı takibe almasıyla telefonu açan Sabri, birkaç saniyeye kalmadan küfrü bastı. Tam tehditler yağdırmaya başlamışken telefonun kapanması sonucu duvarı yumruğuyla buluşturdu.
Ekip sessizce onu izlerken o, sinirden kızarmış gözleri, boynunda belirginleşmiş damarları ve sıkılmaktan bembeyaz olan yumruklarıyla delirmenin eşiğinde gibi duruyordu. Telefonun erken kapandığını bilse de;
"BUL LAN O PİSLİĞİ BANA!" diye dağı taşı titretecek bir sesle gürledi Berk'e.
Herkes bir açıklama beklerken suskunluk gittikçe uzayınca Sabri'nin acı çeker halini umursamayıp üsteledi Serdar;
"Ne oldu Sabri, ne dediler? Anlat hadi."
Sabri, yaşadığı çaresizlik ve acizliğin iyice yerleştiği gözlerini yere dikti. Ve kendine bile yabancı gelen bir ses tonuyla;
"Tecavüz edecek pislik!" diyebildi sadece.
Bu sözleri duyan ağır küfürler savurup bilgisayarın başına geçerken, Sabri arkasını döndü ekrana.
"Keşke sussaydın küçüğüm. Keşke uslu dursaydın ya da kendini korusaydın." diyerek acıdan inlerken Sabri, o şerefsizin sesi de kulaklarına doluyordu. Sabri'nin miniğine canını yakacağım diyordu adi herif.
Elleriyle büyüttüğü kızının acı dolu çığlıklarını duyacak olmanın acizliğiyle kendi kendini yiyordu Sabri. İnsanın kendisini boğmasına imkansız diyorlardı ama o, bunun yanlış olduğunu kanıtlamaya ant içmiş gibi nefes almıyordu. Göğsü onu zorluyor ama yine de o nefes almıyordu. Alacağı her nefes ihanet gibi geliyordu. Merih'e, deli gibi sevdiği karısına, doğmamış çocuğuna, şehit düşmüş Ömer'e, gözü yaşlı ablasına, aslan parçalarına, hatta Serdar' bile ihanet gibiydi nefes alması. Kabul etmiyordu yüreği.
"Sabri!" diye şaşkınlık içinde bağırınca Serdar, koptu Sabri kendiyle girdiği iç savaştan.
"Öldürdü!" dedi Serdar inanamadığını açık eden bir sesle. "Senin fırtına o iti öldürdü lan koş!" diye bağırdığında Sabri de derin bir nefes çekti ciğerlerine.
***
Merhaba arkadaşlar :) Beğendiğiniz bir iş ortaya çıkıyordur umarım. Yeni bölümlerde de görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANIK KORUMA-ATEŞ HATTI SERİSİ 1
AcciónMerih Soyder... Hırçın olduğu kadar ürkek bir ceylan... Yaralı olduğu kadar yara açmayı başarmış bir çocuk... 19'una basacak olmasının kaldırmaya çalıştığı yüke bir faydası olmuyordu şu an. O hiç olmadığı kadar savunmasız, hiç olmadığı kadar acizdi...