Depoların bulunduğu büyük araziye geldiğimizde hepimiz arabadan inip 13. depoya gittik. Hepimizin içinde o kasvet vardı. Sophie ölmüştü. Şimdi farkettim de James Sophie'ye gücünü söylememişti.
İçeriye girdiğimizde Sophie kanlar içinde yerde yatıyordu. Belki onu geri döndürebilirdim. Hemen yanına koşup çöktüm. Ellerimi kalbinin üzerine koydum ve bütün enerjinin ona aktığını düşündüm. Tam başaracaktım ki biri omzumdan tutup beni geri itti. Kafamı kaldırdığımda James bana yanlış bir şey yapan bir çocuğun annesi gibi bakıyordu.
" Bırakta onu geri getireyim!" Sesim deponun duvarlarında yankılanmıştı. Sophie'nin yaşamasını istemiyor muydu?
"O artık buraya ait değil! O artık diğer dünyada!" James'in her sözünün üstüne basarak söylemişti. Gözlerimi boşluğa çevirdim. Çevirir çevirmez çığlık attım. " Orada bir ceset daha var!"
James çocuğun yanına ilerleyip yüzüne baktı.
" Siktir" diye mırıldandı. Öğürme isteğime karşı gelmem gerekiyordu. Şu an titriyordum. Burası iğrenç kokuyordu. Emekleyip James'in yanına gittim.
"O kim?" Sesim boğuk çıkmıştı. Emily cesede ilerleyip durdu.
" Logan?" dedi dehşetle. " Bu nasıl olur? Sophie lanetliydi! Yani Lagon'a karşı hiçbir şansı yok-" Sam sözünü tamamlamasına izin vermeyip konuşmaya başladı." Lanet mi? Ne laneti?" James ve Emily bizden birşeyler saklıyordu. Bu can sıkıcıydı. Biz bi takımdık.
" Bunu eve gidince konuşal-""Hayır! Bizden birşeyler saklamanızı istemiyoruz!" David geldiğinden beri ilk kere konuşmuştu. " Size eve gidin-"
" Kavga etmeyi kesin!" James ile aynı anda söylememiz garipti. Ben şaşkınlıkla ona döndüğümde o da bana bakıyordu zaten.
" Hadi gidelim." dedi sakince.
Ona anlamsızca baktım Sophie ve Logan'ı burada mı bırakacaktık.
Elimle Sophie ve Logan'ı göstererek "Onlar?" dedim." Nina onları halleder. O yüzden buradan çıkma-"
Bugün herkes birbirinin sözünü kesiyordu. James'in sözünü kesen ses bir kadına aitti.Kadının bembeyaz tenini, siyah saçları ve mavi gözleri saran siyah elbisesi, kırmızı ruju ve pelerini ile bir uyum içindeydi. Kadın derken en fazla 30 yaşında görünüyordu. Azrail'in kadın hali gibiydi. Ölüm güzeliydi. Sesi yılanı deliğinden çıkaracak kadar tatlı ama öldürecek kadar tehlikeli çıkıyordu.
" James? Görüşmeyeli nasılsın? Ve diğerleri, nasılsınız? Ally, babanı ziyaret ediyor musun? O seni özlüyor." Mezarından mı bahsediyordu? Ben babamla geçen hafta çalışımada görüşmüştüm.
" Ah, afedersin. Gerçek babanı? "
Yüzündeki pis sırıtış büyüyordu. Gerçek babam. Her hafta çalışmada yanımda olan babam, benim babam değil miydi?" Yete-" James'i es geçerek kadının önünde durdum.
" Açık konuş." Bu ses bana ait değildi. Benim her zaman şevkatle çıkardı. Bu ses soğuk ve korkutucu derecede sakindi. Fırtına öncesi sessizlik gibi."Senin annen var ya. Tam bir şıllık. Baban sandığın annenle evleneli iki ay olmuştu. Bir iş yemeyiğinde baya içmişti. O akşam biriyle birlikte olmuş. Kim olduğu meçhul. O birlilikten sen olmuştun. Zaten baban hiç şüphelenmemiş." Kadın bunları keyifle anlatıyordu.
Anneme hiç bir zaman bir saygı beslememiştim. Ama içimde hep anne sevgisi isteyen ve anne sevgisi barındıran bir taraf vardı. Bu darbeyle o kalan sevgi kırıntıları da tuzla buz olmuştu. En küçük parçasına kadar. Sara beni kandırmıştı. Bana babamı getirmemişti. Bana baba rolü yapan ve hiç bir şeyden haberi olmayan bir adam getirmişti. Benim kızgınlığım annem olacak o kadınaydı. Onun sorumsuzluğunaydı.
" Bundan na-nasıl emin oluyorsun?" dedim ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırarak. Kadın bir kahkaha patlattı.
" Ah tatlım ben insanın günahlarını, en büyük pişmanlıklarını ruhlarından görebilirim benim işim ruhlarla."
Buradan hemen gitmem gerekiyordu. Kadını es geçerek koşmaya başladım. Bir yandan ağlıyordum. Ana yola kadar durmadan koştum.
Ana yola geldiğimde hemen bir taksi durdurup James'in evinin adresini verdim."İyi misiniz?"
İyi değildim. Hem de hiç. Titriyordum. Mecburen James'in evinin adresini vermiştim. Gidecek başka yerim yoktu. Anneme gidemezdim. Gitmezdim. O kadının değil yüzünü görmek, sesini bile duymak istemiyordum.
Eve geldiğimizde parayı ödeyip taksiden indim. Titremem durmamış, aksine artmıştı. Hemen eve girip kendimi odama attım. Yatağıma oturup dizlerimi kendime çektim
"Neden? Neden? Neden!"
Sam'in Ağzından...
Ally gittikten sonra kadın Sophie ve Logan'ı alıp gitti. Ally'nin annesi tam bir pislikti. Evliliğin ikinci ayında aldatmış adamı. O da değil onu en çok üzen babasının başka biri çıkmasıydı. Başka biri. Yabancı biri.
Kısa sürede eve varmıştık zaten. Adamın Cadillac'ı vardı. Evin kapısına kadar herkes sessizdi. Ama içerden sesler gelmeye başlayınca kapıyı telaşla açtık.
" Neden! Neden! Neden!" Ally'nin bağırışları evi sallıyordu resmen. Odanın kapısı kilitliydi.
" Ally kapı aç!" Emily'nin sesi titriyordu. Ağlamaya gerek yoktu. Ally sadece bir sinir krizi geçiriyordu. Bu zararsızdı. Ben daha kötülerini görmüştüm ya da yaşamıştım. James kapıya vurması ile zaten kapı yok olmuştu. O nasıl vuruştu?!?
Ally'nin Ağzından...
Saçlarımı daha fazla çektim. Duygusal olarak çökmüştüm. Fizikselden bir şey olmazdı. Değil mi?Cam parçalarının girip kanattığı elime baktım. Kıpkırmızıydı. Kapı zorlanmaya başlamıştı. Dışardan sesler geliyordu. Acaba sesler kesilse? Görüntüler gitse? Hareket edemesem mesela? Nasıl olurdu?
Yerde kalan cam parçalarından bir tane aldım. Acaba ölürsem...
Sara kendine başka birini bulurdu. Sonuçta ben yalan söylenilecek kadar değersizdim. Takım... acaba onlar beni özler miydi?Kapı parçalnmıştı. O anda ben geriye doğru düşmüştüm. James içeri girer girmez elimdeki, sıktığımı bile fark etmediğim cama baktı. Hemen camı elimden aldı ve beni kendine çekip sarıldı. " Sen ne yaptın? !" Fısıltıyla bağırıyordu. " Ally! Ally! Bana bak!" Gözlerimi daha fazla açık tutamıyordum. Son kez etrafta göz gezdirdim. Sadece ben ve James vardık. Odam gerçekten güzeldi. Ama karanlıktı. Galiba gece olduğu içindi.
" Ally! Sakın gözlerini kapatma..." Ama çok yorgundum. Ve uyukum vardı. Göz kapaklarım bana ihanet ederek kapanmaya başlamıştı. Dudaklarımın üstünde bir baskı hissetiğimde gözlerimi sonuna kadar açtım. James beni öpüyordu! Ama bu gözlerimin kapanmasına engel değildi. James sert öpüyordu. Beni uyanık tutmaya çalıyordu. Bende dudaklarımı aralayıp ona karşılık vermeye başladım yorgunluğum kalmamıştı. James'te rahatlamış olsa gerek sert öpmüyordu. Alt dudağımı emip bıraktı. " Beni ne kadar korkuttuğunun farkında mısın? " dedi nefes nefese. " Neden uyumama izin vermedin? " Ayağa kalktı ve saatine baktı. " Bir saat daha uyanık kalmak zorundasın. " dedi ve hafif bir tebessüm edip çıktı.