Hayatı türlü türlü şekillerde deneyimlerdi insan ve Veysel hayatında hiç öğrenmediği bir deneyimin kollarına kendi ayakları ile giderken karşısına çıkabilecek ihtimaller bile onun zavallı kalbinin deli gibi atmasına neden oluyordu. Mesele bu günlerde sevgisinin karşılıksız olmadığını öğrenmişti, zira ona asla bakmayacağı insanın onu hayatının merkezine koyduğunu öğrendiği gibi. Ya da bu gün hayatında ilk defa beğenilmek arzusuyla sürdüğü lipsin dudaklarında yarattığı hissi çok sevdiğini .
Kafasında bu ve bunun gibi pek çok düşünce ile çıktığı evinden ulaştığı Altun'un evine kadar sakin kalan Veysel , Altun'un kapısının önünde binlerce defa girdiği eve bu defa duygularına karşılık bulmanın heyecanı ile girmeye cesaret edemiyordu. Eli zile bir kaç santim kala durduğunda sertçe yutkundu. Nasıl yüzüne bakacaktı acaba ? O bunları düşünürken zaten kapıda bekleyen Altun da kapıyı açıp açmamak konusunda tereddütteydi. Sevdiği kendi ayağı ile duygularını bilerek gelmişti ama girmek için onun hamle yapmasını beklemeliydi ki gönül yangını kaçıp gitmesin. En sonunda bu döngüyü tüm cesaretini toplayan Veysel gözlerini kapatarak kırdı ve zile bastı. Elini zilden çekip başını yere eğdiğinde kapının açılma sesiyle bile kafasını kaldırmadı. Bir süre kapıda karşısındaki adamdan ses gelmesini beklese de oluşan sessizlik ile tedirgin olup başını kaldırdığında bakmaya kıyamadığı gözlerin yüzünde bir tebessüm ile kendisine baktığını gördü.
" Geleyim mi?"
" Gel."
Altun'dan aldığı komut ile içeri giren Veysel ayakkabılarını çıkarıp vestiyere koyduktan sonra eve giderken ayağında unuttuğu ve gelmeden önce temizlediği terlikleri çıkarıp giydiğinde duyduğu güçlü ses ve kelimeler ile olduğu yerde dona kaldı.
" Hoş geldin , baharım yazım. Hoş geldin gecem gündüzüm, hoş geldin evimin ışığı, sonunda evime de gönlüme de hoş geldin ay yüzlüm."
Zaten utancından yerin dibine girecek olan Veysel , Altun'un kelimeleri ile yanaklarına kor düştüğünü hissetti ama bir kere bu yola girmişti. Altun kadar olmasa da oda kelimelerine karşılık vermeyi istiyordu. Oysa yalnızken Altun'a dizdiği methiyelerin hepsi şimdi tatile çıkmışlardı. Bir cesaret yerinde silkindi.
" Hoş buldum Altun, ben .... evine ve .... gönlüne geldim ... istersen."
Titreyerek söylediklerini dikkatle dinleyen Altun'un yüzündeki tebessüm kocaman bir gülümsemeye dönüştü. Ürkütmeyeceğini bilmese Veysel'i kolları arasına alır ısıra ısıra severdi ama o elini kaldırdı ve Veysel'in güzel saçlarına uzanıp okşayarak:
" Seni çok uzun zamandır bekliyorum küçüğüm." dedi. Veysel'in anında kaşları havalandı ve sabahtan beridir yerde olan bakışlarını Altun'a yöneltip:
" Küçük ben küçük, Altun abi sen gözüne bir baktırsan ya. 180 lik küçük mü olur?" dediğinde Altun gür sesi ile kahkahayı patlatmıştı. İşte Veysel yine eski ayarlarına dönmüştü ve buna da şükürdü.
........
Kapıdaki neşeli halleri biter bitmez ikili mutfağa geçtiklerinde Veysel meydanda bıraktığı gibi duran bulaşık makinesine yan bir gülüş atıp:
" Ben makineyi kurayım, sonra kahvaltı ederiz." dediğinde Altun sırtı dönüp olan genci görmese de başı ile onayladı. Veysel ise ilk defa tulumu olmadan üzerindeki kazağın eğildiğinde sıyrılacağını bilerek diz çöktü ve makine için yapılan yuvaya emeklemeye başladı. Bu arada zaten düşük bel olan pantolonu sıyrılmış kazağıda hafif yukarı kalkıp çatalını göstererek Altun'un gözlerini yuvalarından çıkaracak güzel bir manzara oluşturmuştu.
Zaman Altun için dururken gördükleri ile vücudundaki tüm kan olmaması gereken bir yere hücum etmeye başladı. Veysel ise işine başlamış olduğu için arkasında bıraktığı adamdan bir haber hararetle çalışıyordu. Altun donmuş bir şekilde onu izlerken Veysel hemen işini bitirip dar alandan çıktı ve olduğu yerde oturup bakışlarını Altun'a çevirdi. Gördüğü donmuş adam ve önünde çadır kurmuş irilikle gözleri kocaman açıldı.
" Altun ... abi."
Adını duyan Altun kendine gelip sevdiğinin yüzüne baktı, ardından baktığı yere baktı. Tekrar bakışları Veysel'i bulduğunda kızaran yüzüne bakıp gülümsedi.
" Yavrum sen bana neler yapıyorsun öyle." dedikten sonra tek ayağının üzerine çöküp sevdiğinin yanağını avucuna alarak:
" Üzgünüm yavrum." dediğinde Veysel daha da kızarmıştı. Utancından yerin dibine girmeye çalışan Veysel'i Altun kolları ile sarıp göğsüne bastırırken , Veysel de sıcak göğüse daha da sokuldu. Sardığı küçüğünün mis kokulu saçlarına naif bir öpücük konduran Altun dudaklarını saçlarından çekip başını başına yaslarken:
" Sana kırmızı çok yakışıyor utangaç kuşum" derken Veysel onun sözleri ile ilk defa yanında özgürce kıkırdadı.
Altun Gastronomi bölümünü boşuna birincilik ile bitirmemişti. Kendisi iş yemek olunca tam bir sanatçıya dönüşüyordu. En stresli zamanlarında bile kendini sakinleştirmek için sofra sunumu hazırlarken özeninden asla vazgeçmiyordu. İşini sevdiği için seçmiş ama hazırladığı sofralarda son noktaya Veysel'e gönlünü kaptırdıktan sonra ulaşmıştı. Zira Veysel için sofra hazırlamak hayatında rafting yapmaktan daha heyecan vericiydi onun için. Veysel'in hazırladığı sofralara bakarken ki yüz ifadesi için bir seri cinayet işleyecek kadar değerliydi.
Oturdukları pozisyon içimde alevlenen arzuları bastırmasını zorlaştırırken bir nebze de olsa sakinleşmenin etkisiyle ilk hareketlenen istemese de Altun olmuş:
" Yer soğuk çeker gülüm kalkalım hem acıkmadın mı sen?" diyerek Veysel'i kendi ile ayaklandırıp hazırladığı sofranın başına getirmişti. Veysel sofraya gelene kadar dut yemiş bülbül olsa da karşısındaki şahesere bakınca çözülmüş ve Altun'u kelimeleri ile kendinden almıştı.
" Altun abi, senin gibi sofralar hazırlıyorsun muhteşem ve özel."
Şimdi kızarma sırası Altun'daydı ve Veysel kızaran Altun'a hafifçe yaklaşıp nefesini boynuna vercek şekilde nispet etti.
" Sana da kırmızı çok yakışıyor Altun'um".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMBAT (BXB)
General FictionAnkara hikayeleri: 1-ANKARA'YA GÜNEŞ DOĞDU: Eymen- Murat Muğla'nın küçük bir kasabasından Ankara'nın bir köyüne ana okulu öğretmeni olarak atanan Eymen ve Ankara ayazı kadar keskin , sert bir adam olan muhtarın oğlu Murat. Zaman bu iki zıt kutbu nel...