İnsan hayatının bir noktasında da olsa bir sırra kamil kalır. Bazen saklayan biz oluruz bazen saklanan biz oluruz. Ama hiç bir sır sonsuza kadar saklanmaz. Ne kadar saklamaya çalışsam da benim en büyük sırrım , kalbimin sahibine gümüş tepside sunulmuştu. Yemekten sonra çok sevdiğim Altun'un klasik film dvd lerinin olduğu dolaba yöneldim. Eski film ve müziklere düşkün bir adamdı ve hem Türk hem de yabancı dvd leri , plak ve kasetleri ile eşsiz bir koleksiyonu vardı.
Altun mutfaktaki işlerini bitirirken bende dvd kutusunda elimi gezdirdim ve izleme şansım olmasa da zamanında Altun'un övgü ile bahsettiği 1998 yapımı Melekler Şehri filminin olduğu dvd yi elime alıp afişini incelemeye başladım.
Bu oyuncular benim için yabancıydı zira pek sinema ve televizyonla arası olan daha doğrusu işten bu tarz şeylere vakit ayıran biri değildim. Yanımda hissettiğim hareketlilik ile başımı sağa çevirdiğimde yüzünde bir gülümseme ile elimdeki dvd ye bakan Altun:
" İyi seçim , aşkın engel tanımadığını ve yaşamanın önemini anlatan sıra dışı bir yapım. Oyuncular da senaryo da muhteşem." dedi ve dvd yi elimden alıp büyük televizyonun altındaki oynatıcıya yerleştirdi. Ama açmayıp bana dönerek:
" Mısır patlatalım mı gülüm , izlerken iyi olur." dediğinde yüzüme kocaman bir gülüş yerleşti.
" Olur sinemada gibi değil mi?"
Ayağa kalkıp elini bana uzattığında büyük eline eşlik ederek mutfağa geçtik. Ben mutfak masasına kalçamı yaslarken Altun gereken malzemeleri çıkarıp ocağı yaktı. Onu bir şeyler yaparken izlemenin hele de bunu özgürce yapmanın çok hoşuma gittiğini fark etmiştim.
" Yavrum , yanındaki dolaptan mısır kovasını çıkarır mısın?"
Altun'un tok sesi , nazik kelimeler ile birleştiğinde içimi daha çok gıcıklıyordu. Güzel adamdı Altun, görünüşünün hoyratlığına inat nazik , anlayışlı ve güzel bir adamdı. Zaten ben de görüntüsünü değil ilk karşılaştığımız zaman kırılacak bir kristalmişim gibi bana davranmasını sevmiştim.Mısır kovalarını çıkardığımda Altun işini bitirmişti ve elimden kovaları alıp dikkatle mısırları koydu. Ben de dolaptan eksik etmediği konsantre meyve sularını çıkarıp su ve buz ile sürahide seyreltip tepsiye koyarak peşinden içeri geçtim. Bardaklara içeceklerimizi koyduğumuzda Altun filmi açtı ve dip dibe izlemeye başladık. Film gerçekten benim tüm dikkatimi almışken parmaklarımı saran eller ile gözlerim kocaman açıldı ve başımı yana çevirdim. Çevirir çevirmez de bana doğru eğilmiş Altun'un kırmızı dudakları ile karşılaştım. Gözlerim iri dudaklarda takılı kalırken kıvrılan dudaklar bir kaç saniye sonra dudaklarıma kapandığında yanaklarım alev alev yanıyordu.
Altun dudaklarını dudaklarıma değdirse de hareket ettirmedi. İzin bekliyordu devam etmek için ya da benim bunu istediğimi hissetmek. Yavaşça dudaklarımı aralayarak üst dudağını ağzıma aldığımda bana eşlik edip o da yavaş bir şekilde beni öpmeye başladı. Öpüşüyorduk yavaş yavaş her adımını takip etmeme izin vere vere beni öpüyordu Altun. Bana cennet gibi gelen öpüşmemiz benim çalan telefonum ile bozuldu. İstemeden de olsa Altun'dan ayrılıp masaya koyduğum telefonuma uzandım. Gördüğüm isim ile kaşlarım çatılırken telefonu açtım ve halamın telaşla karışık korkulu sesi kulaklarıma doldu.
" Veysel bir tanem "
" Ne oldu halam? Neden sesin böyle geliyor?"
" Halam beni iyi dinle sakın eve gitme. Ben arayana kadar Altun'da AAAAAHHHHH..."
Kapanan telefonla birlikte içime dolan korku ile ayaklandım. Bana telaşla bakan sevdiğim kolumu tuttuğunda:
" Bir şey oldu Altun halama bir şey oldu ben dükkana gidiyorum." dedim. Titreyen sesim ile ayaklanan Altun omuzlarımdan tutup ona bakmamı sağlayarak:
" Yavrum sakinleş birlikte gidiyoruz. " dedikten sonra ikimizde hızla hole koştuk. Altun holdeki telefonunu alıp arama yaparken ben de ayakkabı ve montumu giydim. Altun montunu giyerken duyduklarım ile biraz nefeslendim.
" Turan , Gülay ablanın başı dertte sen daha yakınsın koş biz de yoldayız."
Biz hızla kapıdan çıkarken Altun beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
" Yavrum nefes al sakin ol. Bu şekilde halana gitmeden kalp krizi geçireceksin."
Mahallemiz çok büyük olmadığı gibi bizim dükkan da Altun'un evine çok uzak değildi. Bir kaç dakika koştuktan sonra duyduğumuz çığlıklar ile ikimizde hızımızı arttırdık. Ancak köşeyi dönünce gördüğümüz manzara ile olduğum yerde dona kaldım. Halam dükkanın köşesinde saçı başı dağılmış yüzünde ve dudağında kan köşeye yığılmış ağlarken , dükkanın önünde Turan abi bir adamı altına almış yumrukluyordu. Halamın yanında Neriman abla ona sarılmış sakinleştirmeye çalışırken Altun'un sesi ile kendime geldim.
" Koş Veysel halana yardım et."
Hızla halamın yanına gidip karşısına oturduğumda titrek sesi ile:
" Çıkmış... Allah'ın belası çıkmış.." dedi. Neriman abla halam sakinleşsin diye sırtını sıvazlarken Altun Turan'ı adamın üzerinden çekmişti. Adam yattığı yerden öksürerek zehrini salarak güldüğünde Altun adamı yakasından tutup kafa atarak bayılttı. Ama bayılmadan önce söyledikleri kulaklarımda çınlıyordu.
" Bu mu bizim hastalıklı piç."
........
Adam bayıldıktan kısa bir süre sonra polis ve ambulans gelip Turan, Altun ve yerdeki adamı alıp giderken biz de halamı içeri götürmüştük. Gelen ambulanstaki Nermin ablanın yeğeni Selma elinde ilk yardım çantası ile kalırken ambulans adamı hastaneye götürmüştü. Halam biraz sakinleştiğinde yüzünde buruk bir gülümseme ile Selma'nın pansuman yapan elini geri itti. Bana gözlerini dikerek:
" Üzgünüm Veysel , orada kalır sandım ama olmadı." dediğinde şaşkınlıkla :
" O kimdi?" diye sordum. Halam patlayan dudağına rağmen yarım ağız güldü.
" Amcamın oğlu Davut. Maalesef ki senin de baban ." dediğinde ise ne olduğunu anlamaz bir şekilde öylece yüzüne baka kaldım.Neriman abla Selma'ya el işareti yapıp dışarı çıkardığında halam konuşmaya başladı ama duyduklarım hayatımın en büyük şokunu yaşamama yetmişti....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMBAT (BXB)
General FictionAnkara hikayeleri: 1-ANKARA'YA GÜNEŞ DOĞDU: Eymen- Murat Muğla'nın küçük bir kasabasından Ankara'nın bir köyüne ana okulu öğretmeni olarak atanan Eymen ve Ankara ayazı kadar keskin , sert bir adam olan muhtarın oğlu Murat. Zaman bu iki zıt kutbu nel...