35| SANA DÜŞMEK...

668 68 20
                                    


***

Odaya vuran güneş miydi bu üzerimde hissettiğim sıcaklık, yoksa teninden içime akan kendisi miydi düpedüz?

Cevap, genzime sızan esansın tatlı aromasında saklıydı.

Mühürlü eşim, Joseph Dorian Morr...

Birbirimize dönük, sarılmış bir haldeydik onunla. Biraz daha aşağı kaymış olan bedenim sayesinde yüzüm tam da onun çıplak boynuna gömülmüş, sonsuzluğu tadıyordu sanki.

Henüz gözlerimi bile açmadan, yanımdaki varlığının uyanık olduğunu nefesinden anladığımdaysa, dudaklarıma yerleşen huzurlu tebessüme engel olamamış, çoktan onun beline sarılmış olan kolumun tutuşunu daha da sıkılaştırarak kendime çekmiştim uyanıklığımı belli edercesine.

Mümkün olsaydı eğer, tam da şu an hemhal olurdum burada onunla. İçim, içine sıza sıza geçebilseydi, tek bir saniye bile kaybetmez yapardım. Gider de onun göğsünü mesken tutar, fırtınalarda sığınılacak bir liman ederdim kendime.

Konu o olunca belki de ben, fazla hassaslaşmıştım.

Tüm bunların sadece mührün etkisi ile zihnimde cereyan etmediğini biliyordum artık çünkü o, susturduğum kurdumdan bile dışarı taşıp ruhumu da kendisine bulayan, boşlukları doldurup iliklerime sızan biri olmuştu.

Sakladıklarıyla, biriktirdikleriyle, yüzleştiği korkularıyla... Hayatı boyunca olmadığı biri gibi davranırken çektiği acılarıyla...

Zorlanarak da olsa maskelerini indirip bana gelişiyle, beni öpüşüyle...

Önceleri hani o "Bana dokunma." Diyişlerinin ardında yatanın, karanlık bir hücredeki lanet bir travmadan doğuşunu biliyordum artık. Belki de sırf bu yüzden her seferinde ket'ler koymuştu karşımda. Korkuyor, kaçıyordu.

Yüzündeki minik yara izi mesela, onun o kalbindeki kırıklığın yanında bir hiçti.

Kalın duvarlarını yıka yıka enkaza dönüştürmeye başladığı an, işte şimdi sevmeyi öğrenen bir adam haline gelmişti, ah hayır hayır...

Josephsadece, kendisi olmayı öğreniyordu..

Birlikte, diz dize...

Gözlerimi açıp, başımı hafifçe geri çekerek usul usul ona kaldırdığımda, irislerini çoktan beni izlerken bulmuştum ve bir an için yaptığımız yalnızca uzun uzun bakışmak olduğunda, ikimizin de hareleri birbirimizin dudaklarına doğru inmiş ve tekrardan gerisin geri göz göze gelmiştik.

Sessizlik hakim olsa da, aslında çok şey konuşuyorduk sanki şu an.

Öyle ki, biraz yukarıda olan yüzünü bana doğru aşağı hafifçe indirip, kırmızı lekelerime kondurduğu dudaklarından sonra bile gözlerim sonuna kadar açıktı hala.

Sade ama derin bir öpüşten sonra, ihtiyaçla kuruyan dudaklarımız birbirinden yavaşça koparken, nemlenen yüzeyleri yapışmış gibi zorlukla ayrılmıştı genleşerek.

Ancak, sorun şuydu ki... Bu masum günaydın öpücüğü şu an bana kesinlikle yetmiyordu.

O ayrıldıktan sonra alt dudağımı dişlediğim sırada, saniyeler içinde bu sefer de ben ona doğru yükselip bir puzzle gibi pembeliklerine örtündüğümde, hareketlerim iyice aceleci olmaya başlamıştı.

Refleks olarak üzerine doğru yükselen bedenim, göğsü üzerinde sürtünürken, dudaklarım hızlanmış ve ellerim de hemen kasıkları üzerine doğru inmek üzereydi.

Dudaklarından ayrılmadan yavaşça çenesine doğru inen öpüşlerim, neredeyse boynuna ulaşıp dilimi de özgürlüğüne kavuşturacakken, Joseph kendini hafif ve nazikçe geri çekmişti.

TANRI'NIN ADASI: MühürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin