Bölüm 38

500 2 0
                                    

Çocuğu da Zehra'yı da birkaç kez hastaneye götürmüştük. Bizimle ilgili görevli de Asu'ydu ve tüm bilgilerimizi almıştı. Bu bilgiler olmasa da Zehra'yı kolayca bulacak kadar zeki bir kızdı Asu. Ama benim için bu kadar deli olmasını anlamam mümkün değildi. Tamam Kadir İnanır'a benzetiyorlardı ama ortalık Kadir İnanır benzerlerinden geçilmiyordu ve şimdi moda olan Kadir Abi değil Kıvanç Tatlıtuğ'ydu.

Zavallı Ece, Asu'yla aramızda neler geçtiğini, benim nasıl bir şok yaşadığımı bilmediği için telefondaki soğuk tavırlarımı anlayamamış kendisine kızdığımı sanmıştı. Gece doğru dürüst bir ilişki kuramadığımız, doya doya sevişemediğimiz için böyle davrandığımı sanıyor, türlü cilveler yapıp "Bu gece bizde kal. Göreceksin her şey çok güzel olacak" gibi laflar ediyordu.

İki gecedir eve gitmemiştim. Şehir dışında olmadığım zamanlar dışında hiç böyle bir şey olmamıştı. Zehra'nın, çocuğun beni beklediğini bahane ettim. Ece biraz buruldu ama "yarın gece birlikte oluruz" deyince razı oldu gitmeme. Kendisini eve götürmeme de gerek olmadığını söyledi. Buradan iyice bozulduğunu anladım ama yapılacak bir şey yoktu. Usulen evi aramış ve Zehra'nın buz gibi sesinden bir an önce eve gitmezsem bir daha kapıdan içeri giremeyeceğim mesajını almıştım.

Yolda bugün yaşadıklarımı düşünürken bir dönüm noktasında olduğum kanısına varmıştım. Zehra o kadar duyarsız ve sert davranıyordu ki her hareketi iplerin kopmasına, benim tamamen uzaklaşmama, hatta boşanmamıza neden olabilirdi. Sanki inadına yaparmış gibi beni itiyordu.

Evde hava eskisi gibiydi. Zehra kapıyı açmamış, bir hoş geldin bile dememişti. Sanki Cenk'in bakıcısı ile evliydim. Kadın eve gelmemden çok memnun olmuş, beni sevinçle karşılamıştı. Bir sarılıp yanaklarımdan öpmediği kalmıştı. Karnın aç mı, diye de sormuştu.

Genelde evde iş yapmam ama bakıcı kadın da benim için bir şey yapsın istemiyordum. Ocağın üzerindeki çorbayı ısıttım. Bir tas çorbayı mutfak masasında iki dilim ekmekle aceleyle yiyip kendime bir bardak çay koydum, salona, televizyonun karşısına geçtim.

Televizyonda bir Bundesliga maçı vardı. İyi futbol oynandığı için normalde keyifle izlerdim bu maçları ama kafam o kadar kazan gibiydi ki göz ucuyla bakmakla yetindim.

Telefonumu karıştırmaya başladım. Ece'yle fotoğrafımız başka bir açıdan bakarsan çok güzeldi. Bir ağaca sarılır gibi kolları ve bacaklarıyla bana sarılmış, başını boynuma yaslamış bir kuzu gibi uyuyordu. Ben de onu aşka sarmış, narin bir çiçekmiş gibi incitmek istemeyen bir şekilde tutuyordum. Benim de gözlerim kapalıydı. Demek ki kapıyı tam açtığı anda çekmişti fotoğrafı Asu. Gözlerimizi açtığımızda da hemen yok etmişti telefonu. Sinirden "Kıçına sokmuştur kaltak" diye söylendim kendi kendime. Sonra da kendi lafıma kendim gülerek cevap verdim. "Kıçı da o kadar küçük ki alamaz o kocaman telefonu."

Kendimle bu saçma diyaloğum biraz rahatlatmıştı. Fotoğrafı saklamak istiyordum ama telefonumda da kalsın istemiyordum. Zehra her an telefonumu karıştırabilirdi. Birbirimizden gizlimiz yoktu. O benim şifrelerimi, ben onunkileri bilirdim. O nedenle de kiminle bir şey yazışsam hemen siliyordum. Bunu fark eden Ece hafif yollu bana sitem etmiş, "İnsan sevdiğinin bir harfine bile kıyamaz. Ben ilk günden beri ne yollasan saklıyorum. Seninki ne biçim aşk" demişti.

Ece'yi düşününce hemen ona güzel bir aşk cümlesi bulup yolladım. O sırada aklıma ins'teki kadın geldi. Mesajlara baktım. Evet, bana yazmıştı. Bir kaç kere de "orada mısın," diye sormuştu. Dün Ece ile birlikte olduğum için hiç yazamamıştım. Hemen bir mesaj attım "özledim sizi, ama işler yoğundu" diye yazdım. Birkaç dakika sonra cevabı geldi. Teşekkür ederken bir de kalp yollamıştı. Sonra "Nasılsın? Ne yapıyorsun?"la başlayan uzun bir sohbete girdik. Sohbet yavaş yavaş aşk konularına kayıyordu. Oradan da daha samimi mevzulara doğru yol alacağımızı umuyordum. Ama hiç acele etmiyordum. Sanırım bunda bir beklentim olmamasının da payı vardı. Buluşma, görüşme talebi bir yana e-mailleşmek, sesli görüşmek taleplerim bile olmamıştı. Bu kadarı bana yetiyordu. Sanırım kadın da benim bu halimden hoşnuttu. Aşklardan, ayrılıklardan söz ederken pek çekingen davranmıyordu. İlk elele tutuşmasını, öpüşmesini bile anlatmıştı. İki saat kadar aralıksız yazıştık.

Aynı anda bir yandan da Ece ile yazıştığım için hâlâ "Acaba Ece mi?" diye içimde bir kuşku vardı. Nedense Kara Melek'i de, Asu'yu da listeden elemiştim. Kadının yazdığı lafları onların edemeyeceğini düşünüyordum.

Bu arada Asu anlık bir fotoğraf yollamıştı. İş kıyafetinin yakasının iki düğmesi açık, dekoltesi göğsünün üst kısmını, memelerinin çatalını gösteren bir selfie'ydi. Altına "Seni çok seviyorum. Şimdiden özledim" yazmıştı. Bir an aklıma geçen gün Ece'ye yaptığım teklif geldi. Asu'ya "Görüntülü sanal seks yapalım mı?" desem ikiletmez hemen ekranı açardı. Ama ben Ece'yi istiyordum ve bu kızı kendimden nasıl soğuturum bilemiyordum. Sonunda başıma bir iş açacağı kesindi. Bir şekilde olanları Ece'ye anlatmalıydım ama nasıl anlatsam suçlu çıkacağım kesindi. Zaten sevgili kardeşine toz kondurmuyordu.

Yatak odasına girdiğimde Zehra uyumuyormuş gibi bir hisse kapılmıştım. Gerçi ışıklar kapalı, oda karanlıktı ama sanki cep telefonunun ışığı yanıyormuş gibi gelmişti bir an kapıdan girerken.

Uyur da olsa uyanık da olsa benimle bir bağ kurmak istemediği ortadaydı. Sırtını dönmüş yatmıştı. Hamileliğinin ne durumda olduğunu, rahatsızlığının geçip geçmediğini bile soramamıştım. İkimizin çocuğunu doğuracaktı ama bebeğin sağlık durumundan bile haberdar değildim. Bugünlerde doktora gitmesi gerektiğini düşünüyordum. "Beni doktora götür" diye söyler diye umuyordum. Ama bu diyalogsuzlukta doktor işini de bensiz halledecekti sanırım. Birden kendimi yabancı gibi hissettim odada. İstenmediğim bir yerde, beni istemeyen bir kadının yanında neden yatıyordum acaba? Bir battaniye aldım, salona geçtim. Rahatsız da olsa kanepede yatmak en doğrusuydu. Belki bu sayede Zehra'da işin ciddiyetini anlardı.

Sabah çocuğun sesiyle uyanmıştım. Ama Zehra ortada görünmüyordu. Sanırım ben gitmeden de odadan çıkmayacaktı. Oğlumu öpüp kokladıktan sonra temiz giysilerim yatak odasında olduğundan üstümü değiştirmeden dışarı fırladım. Sabah sabah Zehra'nın somurtan suratını görüp günümü karartmak istemiyordum.

İşyerine yakın bir börekçide çay içip poğaça yerken caddenin diğer yanında yürüyen bir çift dikkatimi çekti. Suat'la Kara Melek yürüyorlardı. Hallerinden de fazla samimi oldukları anlaşılıyordu. Sanki el ele idiler, ama tam görememiştim. Oldukça yakın yürüdükleri ise kesindi. Melek'te her zamanki şık halinden eser yoktu. Oldukça paspal giyinmişti. Bir gömlek, bir pantolon. Bizim işçi kızlar gibi bir hali vardı.

Yoğunluktan şeytanla çırağının neler karıştırdıkları ile ilgilenememiştim çoktandır. Boş durduklarını da sanmıyordum. İşe gider gitmez bu konuyu araştırmaya karar verdim. Tam o sırada ilginç bir şey oldu. Suat'la Melek caddeyi geçip börekçiye doğru geldiler. Bu kadar tesadüf olamazdı. Ama beni gördüklerini de sanmıyordum, börekçi çok büyük ve kalabalıktı, ben de oldukça kenarda bir yerde oturuyordum.

Umduğum gibi benim görüp de gelmemişlerdi börekçiye. Herhalde kahvaltı edeceklerdi. İçeride, sigara içilmeyen bölümde bir masaya oturdular ama bir şey ısmarlamadılar. Birini bekliyor gibi bir halleri vardı. O biri de çok geçmeden geldi.

Bekledikleri kişi muhasebecim Abdullah Bey'di. Üstelik Abdullah Bey cin gibi bir adam olduğu için, köşede sinmiş olmama rağmen beni görmüş, göz selamı bile vermişti. Bu hareketi beni biraz rahatlatmıştı. Demek benden gizli bir iş çevirmiyordu. Ama bunlarla işyerinin dışında buluşması da garipti.

Hesabı istemiş kalkıyordum ki Abdullah Bey'den bir mesaj geldi. "Çok ilginç gelişmeler var. İşe dönünce size anlatacağım" diyordu.  

Üçlü İlişki (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin