21

2.1K 106 30
                                    

"Dayım evde değil." dedi kapıya geldiğimizde, kolumun altından çıkıp. "Kahve içelim?" Gözlerini kırpıştırırken gülümsedim.

Buna alışamayacaktım sanırım. Sürekli gülümsemek istiyordum ve çok farklıydı. "Laf falan olması umurunda değil." diyip omuz silkti benden cevap alamayınca.

Kapıyı işaret edip açmasını bekledim. "Hiç kimse dilinizi uzatamaz sana." dedim düşüncesine bile gerilirken. "Keserim."

Kıkırdayarak içeri girdiğinde yüzünde açan gülleri koklamak istedim.

Yavuz, Suzan anlatırken gözlerinin içi gülerdi, öyle derin derin bakardı bir yerlere öyle anlatırdı sevgisini. O zamanla hiç anlamazdım. Biri nasıl bu denli sevilebilir derdim içten içe.

Sevilebilirmiş.

Kapıyı ardımdan kapatıp, kendi evimden bildiğim mutfağa onunla beraber yürüdüm. Vazodaki çiçeklere takılı kaldı bakışlarım.

Bunları seviyordu sanırım. Ama gülden, karanfilden başka çiçek görmemiştim, bilmezdim. Neydi şimdi bunların adı? Ne demem gerekiyordu çiçekçiye?

"Ne düşünüyorsun?" diyerek düşüncelerimle arama girdiğinde kahveyi cezveye koyup karıştırıyordu. "Bunların adı ne?" dedim burnumun ucuyla çiçekleri işaret ederken.

Önce çiçeğe sonra bana baktı ve kocaman gül bahçesine döndü yanakları. "Ben papatya severim." dedi asıl istediğim cevabı vererek. "Bunlar zambak."

Başımı salladım. "Bu mevsimde burada papatya olmayınca." diyip ocağa döndü.  Gerekirse balkonumda yetiştirirdim. Onun bana sunduğu şu bahçeyi, ben ona vermek için her şeyi yapardım.

Çalan telefonumu cebimden çıkarırken bu saatte çok da hayırlı bir haber almayacağımdan stresle soludum. Nazın da kahveyi karıştıran eli durmuştu.

Ekranda albayım gördüğümde açtım. "Efe Yiğiter, Emredersiniz komutanım." dediğimde Naz kahveyi fincanlara dolduruyordu ama yüzü düşmüştü.

"Görevde değilsin oğlum. Raporlusun sen ne emri?" diye gülerek konuştuğunda bir an unuttuğum yaralı olduğum gerçeğine sevindim. "Alışkanlık komutanım." diyip Nazın da içini rahatlatmak için saçlarına bir öpücük bıraktım.

"Yavuza ulaşamadım." dedi. "Senin haberin var mı?" Kaşlarımı çattım. "Hayır komutanım, bir sıkıntı mı var?"

Naz fincanları eline alıp salona doğru yürürken hazırladığı lokumkuğu da ben elime aldım. "Hayır, izin istedi. Kağıdı imzalaması için yarın gelmesini söyleyecektim."

Yavuz evli olmasına rağmen kolay kolay izin isteyen biri değildi. Tabiki telefonunu da açmayan biri değildi hiçbir zaman. "Ben ulaşıp dönerim komutanım." dedim merak etmiştim. "Dönmeye gerek yok yarın gelmesini söyle yeter."

Naz kahveleri sehpaya bırakıp koltuğuna oturduğunda telefonu kapatmak üzereydim ki komutanım devam etti. "Bugünki vaziyeti de bir ara gel bana anlat evlat." Gülümsedim.

"Anlatırım komutanım." dedim Nazın yüzünü gözlerimle ezberlerken. "Saatlerce anlatır, bıkmam."

Telefonu kapadıktan sonra yanına oturdum. O da bana doğru döndü. "Önemli bir şey mi?" diye sorduğunda kahvemi aldım. "Yavuza ulaşamamış."

Aklıma gelirken telefondan Suzanın numarasını aradım. "O kim?" dedi Naz ekrana bakarken. "Yavuzun eşi."

Başını sallayıp kahvesinden bir yudum aldı. "Yiğidim?" Telefonu direkt Yavuz açınca rahat bir nefes verdim. "Nerdesin yavuzum?" Birkaç rahatsız hışırtıdan sonra fısıldayarak devam etti. "Oğlum esir kampına düştüm."

İçtiğim kahve boğazıma kaçarken stresle ayağa kalktım. "Ne diyorsun lan sen?" dediğimde ofladı. "Dur lan öyle değil."

Bir an yanımda olduğunu unuttuğum Nazın endişeli yüzüne bakıp, yerime oturdum. Avucumu yanağına yasladığımda, başını daha çok yasladı elime gözlerini kapayıp.

"Yengen fena bir şey oldu." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Göreve çağırmasınlar diye telefonumu parçaladı lan." Hala fısıltıyla konuştuğu için Suzandan gizli açtığını da anlamıştım.

"Görev yok, merak etme. İzin kağıdını imzalamaya git yarın, albay aradı." Naz, avuç içimi öptü. "Hem ne izni bu?" Bir kez daha öptü. "Anlatırım kardeşim." Bir kez daha.

"Yavuz." dedim Nazı izlerken. "Ben gülmeyi öğreniyorum." Dizinin üzerinde yükselip yanağımı öptü. "Ve öğrendiğim kadarıyla artık sizi çekebileceğimi sanmıyorum." Bir kez daha öptü. "Kapat ve ölmediğin sürece arama."

Telefonu kapayıp sehpaya tabiri caizse attım. Dudağımın kenarını öptüğünde derin bir nefes aldım.

"Yavuzu bilmem de ben öleceğim." dediğimde omuzuma vurdu. "Tövbe de." Vurduğu elini alıp dudaklarıma götürdüm. "Tövbe."

Eline lokumlardan birini alıp uzattığında lokumu onun dudaklarına götürdüm. O lokumu yerken, az önce lokumu tuttuğu parmaklarını öptüm.

"Tatlı sevmem." Gülümsediğinde kıvrılan kısmı öptüm. "Sadece sen."

yâr'a iziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin