4

2.3K 121 10
                                    

Söylediklerine kaşlarım havalanmış,  dudaklarım aralanmıştı. "Kasenizi yarın veririm." diyerek kapıyı kapatmış beni de öylece bırakmıştı.

Askerdi. Ketumluğu bundan mıydı? Askerler böyle mi olurdu? Hala kapıda durduğumu daha yeni farkederek içeri geçmiştim.

Ustanın neden ondan para almadığı da, dünkü kasiyerin ondan neden ürktüğünü de açıklardı bu durum.

Ben bir de adama saygısız dedim. Allahtan üniformalıya hakaretten içeride değilim. Kafama yeni dank eden şeyle elimi alnıma vurdum.

Belki de göreve gidiyordu o yüzden çarptığında duramadı. Bir hafta olmayışı, döndüğünde kolunun vaziyeti. Düşündüklerim tüylerimin ürpermesine neden olurken kendimi mahcup hissetmiştim.

Yargı ne kolaydı. İnsanların beni görünüşüme göre iğneleyici bakışlarına tahammülüm yokken aynısını bir başkasına ben yapmıştım.

İnsanların yüzlerinden okuyamadığımız şeyleri kendi düşündüğümüz gibi yazıyorduk. Kendi içlerindeki savaşı bilmeden, anlamadan.

Belki hiç gülmeyi bilmiyordu. Belki de gülmeyi unutturan şeyler yaşamıştı. Hudutta asker olmanın düşüncesi bile zordu.

Mutfağa geçip soğumuş çorbamdan bir kaşık alırken gözlerimin önüne üniformalı görüntüsü belirdi hayal meyal. Tam da öyle bir adamdı, ona yakışırdı bu meslek.

Çorbamı bitirmeliyim. Evet, şu an onun heybetli görüntüsünü, kamuflaj içindeki sarsılmaz duran göğsünü, belirgin çene hatlarını, gün gibi parlayan ela gözlerini bir kenara bırakıp çorbamı içmeliyim.

Zor.

Boğazımda duran yumruyu kenara itip çorbayı da geri tencereye boşalttım. Ziyan olmasındı.

Kupaya doldurduğum kahveyi alıp, yatak odamda bulunan küçük balkona çıkmak için üzerime bi hırka aldım. Dışarı çıktığımda yüzüme yediğim gece ayazını karşıladım gülümsedim.

Onun aksine ben her şeye gülümsüyordum diye içimden geçirirken konunun yine neden ona geldiğini anlamamıştım ama bakışlarım tam da yanıma denk gelen onun balkonuna kaydı.

Oradaydı. Sallanan sandalyesine oturmuş, geriye doğru yaslanmış, ayaklarını balkon demirlerine koymuştu. Başını duvara yaslamış uyuyordu.

Onunki gibi sallanmasa da rahat olsun diye aldığım puf sandalyeye oturup, dizlerimi kendime çektim. Kahveden aldığım büyük yudumdan sonra annemle beraber dizdiğimiz balkon çiçeklerinin olduğu mermere koyup onu izlemeye başladım.

Sandalyeye bile zar zor sığdığını düşünüyordum. Hiçbir mimik görmediğim yüzü, bir ressam tarafında kusursuzca çizilmiş gibiydi. Yaradan, özene bezene yaratmış dedikleri vardır ya. Öyleydi.

Kavisli burnu, orantılı ve dolgun dudakları, sıkı çenesi, uyurken bile gergin yüz kasları. Birine sadece yüzüne bakıp aşık olacaksanız, ona aşık olunurdu.

Ama onun içini görmek eminim ki çok zor olurdu. Duygusunu, ruhunu hiç yansıtmıyordu ve eminim ki mesleği gereği asla yansıtmayacaktı. Hep gizli bir kutu gibi.

İnsan çözmek için delirirdi. Mesela şu an, gözlerinin önünden geçenleri bilmek isterdim. Ama bu korkutucuydu. Yine de merakıma yenilirdim ve gizlediği acıları bilsem yüreğim burkulurdu.

Sargılı kolunda nasıl bir iz vardı mesela? Nerede, ne olmuştu? Acı vermiş miydi bu ona? Acı, onun yüzünü buruşturur muydu? Ruhunu gizleyebiliyordu da canı acıdığında da böyle tepkisiz miydi?

"Yeterince incelediysen içeri gireceğim." Boğuk ve düşüncelerimin arasına ansızın çıkan sesiyle irkilerek bakışlarımı kaçırdım. "Sen uyumu-" Bakışları üzerime değdiğinde cümlem yarıda kalmıştı.

Hiç de uyuyor gibi değildi çünkü gözleri. Cevabımı bakışından almıştım. "Fazla düşünme." dedi ayağa kalkarken. "Derinde boğulursun."

yâr'a iziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin