42

1.1K 58 40
                                    

"Mor, seni açmış." Üstüne giydiği mor gömleğinin iki düğmesini açık bırakmıştı. Ama kastettiğim mor gömleği değil, açıkta kalan teninden gözüken dudaklarımın dün gece bıraktığı izdi.

Saçlarını savurup gülümsedi. "Yakışmış mı?" dediğinde başımı salladım. Onu aynasının karşısına çevirip arkasından belini okşarken çenemi omuzuna yasladım.

Aynada gördüğüm biz, öyle güzeldi ki. Saatlerce böyle kalıp, aynadaki aksimizi izleyebilirdim.

İşaret parmağımın tersini, göğsündeki açıklığa sürttüm. "Bence çok yakışmış." dedim fısıltıyla. "Ama herkes görsün istemeyebilirsin."

Kaşları çatılırken bana döndü. "Giydiklerime karışmayacaksın heralde?" diye sitem ederken kaşlarım hayretle havalandı. İnsan öğretmende olsa sabahları algıda güçlük çekiyordu galiba.

"Ne zaman yaptım bunu?" dedim aynı şekilde sitemle. Elbise, etek bir çok şeyi giymişti. Kısa ya da uzun, açılan ya da kapalı ne giydiği beni ilgilendirmezdi.

Kıskanç biriydim keşfettiğime göre ama bunun kıskançlıkla ilgisi yoktu. O çarşafa da bürünse, karşısındakinin zihniyeti değişmediği sürece bakardı.

Benim işim onun giydiklerini düzeltmek değil ona 'yerse' bir laf söyleyecek olanı dövmekti. Dövmek, evet. Had bildirmenin en sevdiğim yollarından biri. Şiddet yanlısı değilim sadece mesleki deformasyon.

"Şu an??" dedi sorar gibi. Onu yeniden aynaya çevirip, bir düğmesini daha açtığımda seslice bir nefes verdi. Ellerimi karıncalanırken diğerlerini de çözmemek için kendimi sıkıp, biraz daha açıktan kalan göğsündeki izi işaret ettim.

"Giydiğin giymediğin her şey senin tercihin." dediğimde gözleri izde takılıydı. "Tabi bunu gösterip göstermemekte." Benim için sorun yoktu. Ben ona laf söyleyeni de dövebilirdim.

"Ben." dedi mahcupça. "Ben öyle diyince kıskançlık ediyorsun sandım." Yanağını öpüp, burnumu çenesine sürttüm. "Seni kıskanırım." dedim kokusunu içime çekerken. "Seni esen yelden bile kıskanırım."

Boynuna dudaklarımı bastırdığımda gözlerini kapadı. "Ama kısıtlamam, hiçbir zaman hiçbir şartta."

"Yüzbaşı." Nefesimi boynuna üfledim. "Bana şöyle yüzbaşı diyerek istediğini yaptırabilirsin, biliyor musun?" Kıkırdayarak yeniden bana dönüp ellerini göğsümün üzerine koydu.

Kahvelerini derin derin gözlerime çevirdi. "Seni severek, en doğru şeyi yaptığımı biliyordum." Ben gülümserken, geri çekilip masasından küçük bir krem alarak aynaya geçti.

Saniyeler için de morluk, teniyle aynı renge döndüğünde kaşlarımı çattım. "Onu sevmedim." dedim yüzümü buruştururken. "Resmen beni sildi."

Küçük kahkahası odaya dolduğunda aynadan onu izliyordum. Öyle de güzel gülünmez ki.

Avucundaki rujdu sanırım bu. Ruju açtığında önüne adım atıp, çenesinden kendime çekerek dudaklarımızı birleştirdim.

Dünden ötürü mü bilmem ufacık bile öpsem, öpüşüm bir anda derinleşiyordu. Buna izin vermeden geri çekildim. "Onu sürünce beni palyaço ediyor."

Dünkü kırmızı dudakları, bana öylesine bulaşmıştı ki aynısını bir daha istemezdim. "Gördüğüm en yakışıklı palyaçosun." diyerek güldü. "Kamuflajlı palyaço."

..

"Bu gözlerinin hali ne Emre?" diye sorduğumda cevap alamadığım için kolunu dürttüm. "Sana söylüyorum asker." Yerinden sıçrayıp ayağa kalktı. "Emre Şirin, Emredersiniz komutanım."

Karacaya kaş göz ettim. "Ne iş bu?" Resmen gözleri açık uyuyordu. Şu anda ayakta  uyuduğuna emindim.

"Sabaha kadar biriyle konuşmuş yiğidim." dedi Yavuz yanımıza vardığında. "Saf uyumadan gelmiş."

Ayağa kalktığımda, diğerlerine oturmalarını işaret ettim. "Odama Şirin, odama."

Emre beni takip ederken odaya girip ardımızdan kapıyı kapattım. "Napalım?" dedim sandalyeye geçerken. "Uyanman için bi su dolu kovayla eğitime ne dersin?"

"Özür dilerim komutanım." Derin bir nefes alıp, oturmasını işaret ettim. "Abi kardeş olalım Emre, gel."

"Naz bahsetti biraz, kızdan." Yüzünde ufak bir tebessüm belirirken başını salladı. "Ne hissediyorsun?"

"Geceler boyu onunla konuşup, sabahında burda su dolu kovayla uyandırmanıza razı olabilirim komutanım." dediğinde güldüm.

"Gündüz konuş aslanım gündüz." dedim yine de. "Bizim için her şeyden önce vatan gelir, biliyorsun." Kendi canımızı hiçe sayıp vatan diye ölüme gidiyorduk.

"Ve en ufak dikkatsizliğimiz, nelere sebep olur biliyorsun. Hatta en iyi sen biliyorsun." dedim esir alındığı zamanı ithaf ederken.

Başını usulca salladı. "Ama timde kalacağım değil mi?" dedi telaşla. "Bakacağız artık." dedim gülerek. "Kız senin aklını başından almayıp, adam ederse devam."

..

"Hadi kızım aç şunu." Yedinci aramam da cevapsız son bulurken sistem odasına yürüyordum. Arkadaşıyla kahve içmeye gideceğini mesaj atmış sonrasında da ulaşamamıştım.

Okula gönderdiğim sivili arayıp odaya girdim. Onun da telefonuna ulaşamazken artık gerekli telaşa kapılıp numarayı Gürkana verdim. "Gürkan numaradan yer tespiti istiyorum."

"Emreyi çağırın bana." Odadaki diğer asker telefonla Emreyi istettiğinde Gürkana döndüm. "Komutanım son sinyal burada."

Gösterdiği yer okulun yüz metre kadar ötesiydi. "Son derken Gürkan?" dediğimde tekrar bilgisayara döndü. "Sonra sinyal kesilmiş komutanım." dedi sıkıntıyla. "Bilerek."

Kalbim korkuyla kasılırken, gözlerimi kapadım. Sakin olmam ve sakin düşünmem lazım. Sakin ol ve sakin düşün.

"Komutanım?" Emre odaya girdiğinde ona döndüm. "Şu Nazın bir öğretmen arkadaşı vardı. Sen görmüşsün." Başını salladı. "Evet komutanım. Araştırmışsınız siz de."

Kaşlarımı çattım. "Ne araştırması?" dediğimde o da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Odanızda fotoğrafı vardı komutanım." Odamda Karanın eşi olduğunu düşündüğümüz kadının fotoğrafı vardı.

"Oğlum emin misin o olduğuna?" Elimle boğazımı ovuşturup nefes almaya çabaladım. "Evet komutanım."

"Allah kahretsin!" Öfkeyle bağırdığımda aklımı kaybetmek üzereydim. "Sametin sinyaline bak." Emreye döndüm. "Albaya haber ver hemen."

"Nazı kaçırdılar."


yâr'a iziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin