23

1.9K 104 20
                                    

"Komutanım?" Açtığım telefonu hoparlöre alıp dolaptan tıraş için gerekli seti çıkardım. "Efendim Emre?"

"Komutanım size gelebilir miyim?" Sorduğu soruya şaşırıp kaşlarımı çattım. Böyle bir şey yapmazdı normalde çünkü. "Hayırdır?" diyip aynı zamanda tıraş köpüğünü de yüzüme sürüyordum.

"Komutanım sizi görmem lazım." Elime suyu tutup silktim. "Emre neyin var aslanım?" Gel hadi de diyebilirdim ama neyle karşılaşacağımı bilmem lazımdı.

"Benim bir şeyim yok Komutanım da sizin neyiniz var ona bakacağım." dediğinde jiletle yüzümü hafifçe kestim. "Neyim var?" dedim yüzümü buruştururken.

"Komutanım diyorlar ki siz gülüyormuşsunuz." Duyduğum şeye göz devirdim. "Emre bir hafta kaldı." dedim dişlerim arasından. "Şu dakikadan sonra söyleyeceğin şeyler şınav sayısını belirleyecek."

Sıkıntıyla bir nefes verdi. "Allah belamı versin tüm yıl şınav çekmeye razıyım komutanım." dediğinde yüzümü temizleyip, kanattığım yere peçete bastım.

"Ama askeriyede gülmezsiniz siz komutanım, bir kere göreyim nolur." diye resmen yalvardığında  başımı  iki yana salladım. "Ya sabır."

"Yarın cumartesi." dedim tişörtümü çıkarıp. "Al bütün ekibi kahvaltıya getir." dediğimde "Oha." diye bir nida çıktı ağzından kısıkça. "Valla mı?"

"Ben vazgeçmeden kapat asker." dedim itiraz istemediğimi anlaması için emir verir gibi. Direkt olarak kapanan telefonla memnunca başımı salladım. "İyi eğitmişim."

Emre de timimdeki diğer çocuklarda birer elmas gibiydi. Hem çok yeteneklilerdi hem de çok kıymetli. Emre biraz daha fırlama olduğundan hem onu daha çok bir kardeş olarak görüyordum hem de üstüne çok düşüyordum.

Tabi eğitim konusunda. Yoksa çok dayak yerdi. Yani başkasının timinde olsa. Ve eminim ki ast üst ilişkisinden çok beni bir abi gördüğü içinde sözümden çıkmazdı.

Duşa girip çıktığımda eşofmanımı geçirip kahve yapmak için mutfağa girdim. Pansumanım dün çıkmıştı. Sadece erimeyi bekleyen dikişlerim duruyordu.

Nazsa, gripmişim gibi her gün bana sıcak çorba yapıyordu. Çorba içmek de benimle böyle ilgilenmesi de hoşuma gitse de bana böyle zaman harcamasını istemiyordum.

Yaptığı iş zordu. Akşama kadar ben kazık kadar adamlarla uğraşıp yoruluyordum o ufacık çocuklarla uğraşması kim bilir nasıldı?

Yorgun argın eve gelip bir de çorba yapacağım diye uğraşmasını istemiyordum. O yüzden bugün canımın hamburger çektiğini söyleyerek dışarıdan yemeyi teklif etmiştim. O, hamburgeri de evde yapabileceğini söylemişti. Orası ayrı.

Kapı çaldığında kaşlarımı çattım. Okul çıkışına daha vardı. Gelen Naz olamazdı. Kapıpa vardığımda çekmeceden silahımı alıp, delikten baktım.

"Naz?" Şaşkınlıkla kapıyı açıp silahı yerine bıraktım. Gülen yüzü silindi. Dudakları aralandı, gözleri gözlerimden üzerime düştüğünde. Tişörtüm yoktu, farkında bile değildim ki.

"Sen geç, ben hemen üzerime bir şey geçiriyorum." Hızla arkamı dönüp odaya yürüdüm. Ardımdan kapının kapanma sesini duyuldu.

Adımları adımlarımı takip ettiğinde ona dönecektim ki, parmaklarını sırtımda hissettim.

Sırtımda. Sağ omuzumun aşağısındaki bıçak izinde. Oradan biraz aşağıda işkencede var edilen karmaşık izlerde. Sol göğsümün hizasındaki kurşun izinde.

Gözlerimi kapadım. Görmesini isteyeceğim son şeylerdi. Baş parmağı kurşun izinin olduğu yeri okşadı usulca. "Naz." Fısıltım ona ulaştı mı ulaşmadı mı bilmiyordum.

Dönmek istediğimde yine izin vermedi. "Görmek istiyorum." dedi sesi titrerken. "Gördüğün zararları görmek istiyorum."

Sıcak nefesi bıçak yarasının üzerinde gezdiğinde dudaklarını hissettim. "Yaralarını bilmeden, iyileştiremem." diyip yeniden bastırdı dudaklarını. "İzin ver, iyi geleyim."

Sesi titriyordu. Ağlamamak için kendini çok zorladığını anlayabiliyordum tınısından. Boğazımdaki yumruyu yuttum, o bir kez daha bastırırken dudaklarını.

Bu sefer dönmeyi başardığımda kollarımı doladım, benim yanımda küçücük kalan bedenine. Saçlarını öptüğümde, gözündeki yaş, göğsüme düştü.

"Benim yaralarım eski Naz." dedim elimin birini çenesine koyup okşarken. "Ağlarsan, yenisi açılır." Kendimi geri çekip yüzüne baktım. "Deşme benim gönlümü."

Dudaklarını birbirine bastırıp, gözlerini yukarı yuvarladı. "Ağlamıyorum ki." diyip küçük bir kız çocuğu gibi omu silkti. "Toz kaçtı gözüme."

Gülüp geri çekildi. "Temizlemiyor musun sen bu evi?" dedi yalan bir sitemle gözlerini silerken arkasını dönüp.

Peşinden gidip sarıldım. Omuzuna çenemi koyup burnumu boynuna sürttüm. "Affet beni." dediğimde bakışını çevirdi bana doğru. "Hazırlıksız yakalandım."

Başını iki yana salladı. "Habersiz geldim." dediğinde geri çekilip dolaba ilerlerdim. Bir tişört çıkarırken bakışları bendeydi.

"Bir sorun yok değil mi?" dediğimde tişörtü geçirdim. "Neden erken çıktın okuldan?" Omuz silkti. "Seni özledim?" dediğinde güldüm.

"Ne?" dedi yanıma gelip kollarını boynuma doladı. "Sen özlemedin mi?" Yanağını öpüp geri çekildim. "Belki, biraz." dedim kaşımı kaldırıp.

"Biraz." dedi kaşlarını çatıp öyle mi der gibi bakarken. "Cezalısın." Geri çekildi gülerek. "Hamburgerler senden."

Üzerindeki montu çıkarıp, boynundaki atkıyı çektim. "İste dükkanını açayım." dediğimde kolumun altına alıp odadan çıkardım.

"Buz gibisin." dedim koluna elimi sürtüp. "Düzgün bir ceket giysene. Deri ceketin ne etkisi var?" dedim homurdanarak. "Güzel duruyor." dedi. "İhtiyacın mı var?"

"Cekete gerek mi var?" dedi koltuğa otururken. "Sen neden ısıtmıyorsun?"

Şu an söylediği şeyin bende ne anlama geldiğini bilseydi de böyle muzipçe bakar mıydı bilmiyordum.

Ama şu an onun belki masumane bir sarılmadan söz ettiği o cümle benim için hiç masum değildi.

"Tavuk burger mi köfte mi?" dedim hızla telefona uzanıp düşüncelerimi kafamdan atarken.

yâr'a iziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin