36

1.4K 69 19
                                    

"Günaydın." Pazar olduğu için ve dün fazlasıyla yorulduğunu varsayarsak, neredeyse öğlen olmak üzereyken uyandığında saçlarını öptüm.

Dün duşunu aldıktan sonra tişörtlerimden birini giymiş, göreve gittiğimden beri burda kaldığını söylediğinden burada bıraktığı taytını da altına çekmişti.

Üşüyebileceğini düşündüğümden gece petekleri açmıştım. Oda sıcak olduğundan üzerindeki pikeyi iterek uyanmıştı ve şu an başını kaldırıp bana bakmıyordu.

"Günaydın." dedi belli belirsiz mırıldanarak. Elimi yanağına koyup, sıcaklığından kızardığını anladığımda gülümsedim iç çekerek.

"Kahvaltıya gidelim mi?" dedim onu utandırmamak için saçlarından bir kez daha öpüp doğrulurken.

"Hazırlanayım." diyerek hızlıca yataktan kalkıp yüzüme bile bakmadan odadan çıktığında arkasından güldüm.

..

Üzerime siyah kot pantolon ve tişört çekmiş, hava yağışlı olduğundan da deri ceket almıştım.

Yarım saat geçmesine rağmen hala Nazdan ses çıkmayınca meraklanıp ben kapısını çaldım. "Geliyorum!" diye seslendikten bir dakika sonra çıktı.

Siyah, tenini belli eden ince bir çorap üstünde siyah kot eteği ve ince siyah bluzu vardı. Onun da elinde benimki gibi deri ceketi.

Siyah çizmelerini giyerken düşecek gibi olduğunda hızlıca güzelliğinden kendimi alıp belini sardım.

Giyip doğrulduğunda yanağını öptüm. Hala kırmızının tonlarında olan yanağını. Gözlerini kırpıştırırken yutkundu.

"Bu kadar güzel olmaya gerek var mı? Bilemedim." dedim evden çıkarken. "Ne kadar güzelim?" diye sordu dönüp.

İç çektim. Utandırmayacak olsam, kıyafetlerle süslenmeden de çok güzel olduğunu söylerdim. Bembeyaz teninde dudaklarımın çok daha güzel durduğunu.

"Henüz öyle bir ölçü birimi bulunabilmiş değil." Dudakları derince kıvrıldığında elini tutup parmaklarımızı kenetledim.

İlk defa dışarı çıkıyorduk. Bakışları ellerimize düştü. "Böyle mi gezeceğiz?" dediğinde kaşlarımı çattım. Rahatsız mı olmuştu?

Elimi rahatsız olduğunu düşünerek geri  çekeceğim sırada yüz ifadesi telaşla kaplanırken durdu. "Öyle demek istemedim." Bırakmak üzere ayrılan parmaklarımı sıktı.

"Ben, yani ne bileyim. Askersin falan ya" dedi stresle. "Tanınıyorsun." dedi lojmanı göstererek. "Gizlemek istersin diye."

Apartmanın önünde durup onu kendime çevirdim, tutuşan ellerimizi kaldırıp dudağıma götürdüm. "Göreve falan gittiğimde dağa adını yazmazsam şükret." dedim gülerek. "Herkese, bu kadın benim demek istiyorum. Ne gizlemesi?"

Gözleri bile gülümserken etrafa bakıp, parmak uçlarında yükselerek yanağımı öptü.

"Yazabilirsin bu arada." dedi arabaya yürürken. "Dağa taşa yani." dediğinde güldüm. Yazardım. Olabilirdi.

Arabaya bindiğimizde ellerinin soğuk olduğunu bildiğimden kaloriferi açtım. Yüksek yamaç bir yerde, bizimkilerle gittiğimiz güzel bi kahvaltı yeri vardı. Oraya doğru sürdüm.

"Senin için dağlar deler, yol açarım yâr.
Senin için denizleri kuruturum yâr.
Senin için gök kubbeti yerlere çalarım yâr.
Canım iste canım bile sana kurban yâr. "

Radyoyu açtığında çıkan şarkıya kıkırdarken sesini açtı ve eşlik etti.

"Dağlar taşlar uçan kuşlar senin olsun yâr,
Deniz derya gökler hep yerine dursun yâr
Gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yâr."

Barış Manço sevdiğimden şarkı ezberimdeydi ve o son cümlesine varamadan dudaklarını birbirine bastırdı.

"Alla beni, pulla beni, al koynuna yâr."

Yanakları daha sönmeden yeniden alevlenirken gülmemek için kendimi sıktım. Tüm şarkılar, bambaşka yerlere değiyordu ona inat.

Bahsettiğim yere geldiğimizde arabadan inip, karşılayan garsonun eşliğinde her zamanki köşe manzaralı masaya ilerledim.

"Hoş geldin abi, hoş geldin yenge."

Gülümseyen garsonun sırtını sıvazladım, Nazsa baş selamıyla yetindi. Sandalyesini çekip oturttuktan sonra, karşısına geçtim.

Masaya her şey dizilirken cebimde titreyen telefonu çıkardım. Bilmediğim numaradan gelen mesaj bildirimine dokunup açtığımda, öfke damarlarımdaki kana kadar karışmıştı. Ve öfke dışında yeni tanıştığım bir başka duygu, korku.

'Yanındaki kadın da bir içim suymuş yüzbaşı. Tadına bakasım geldi.'

yâr'a iziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin