58

732 85 32
                                    

Beklemek.

Radyoda çalacak sıradaki şarkıyı beklemek, yağmurdan sonra açan güneşi, gökyüzünden oluşacak renkli kuşağı beklemek. Olacağı kesin şeyleri beklemek.

Bir de yoğun bakımın önünde iyi haber beklemek.

Belirsizliği beklemek.

Elime tutuşturulan künyenin zincirini avucumda sıkarken ucundaki alyanslara baktım.

Altın renkli bir büyük biri daha küçük, düz halkaların içerisine işlenmiş isimlerimize baktım.

Ve evlilik teklif etmek için dönmeyi beklemek.

"Yenge hadi gel bir yemek ye ne olur." Kolumdan çekiştiren Emreye döndüm. "Yemin ederim bin şınav çektirir bu adam bana." dedi camın ötesindeki Efeyi gösterip.

"İki dirhem bir çekirdek kalmış karım dicek." Karım kelimesine gözlerim buğulanırken başımı salladım. "Bak gelinlik melinlik bulmak için uğraşacaksın sonra."

İki gündür uyanmasını bekliyorduk ve olumlu hiçbir yanıt almamamıza rağmen Emre, biraz sonra uyanacakmış gibi davranıyordu.

Sırf bu hali yüzünden Yavuz, dün yüzüne sert bir yumruk indirmiş, sol gözünün altını morartmıştı. "Hayatı biraz ciddiye al lan!"

Aslında ciddiye almadığından değil, acısını gizleme gereksiniminden bu tavırdaydı. Ben onu anlıyordum.

"Benimle gelinlik provalarına sen gelir misin?" dedim bu halinden biraz güç alıp ona ayak uydururken. "E zaten." dedi tırnaklarını üfleyip. "Ben geleceğim tabi, Yılmaz albay değil ya."

Koluna tutunup onunla beraber kafeteryaya indiğimde, birinin tepsisinde gördüğüm mantıyla yutkundum.

"En sevdiğin yemek ne mesela?" dedim heyecanla ona dönüp bağdaş kurarken. "Sana en sevdiklerini yapacağım hep."

Elini yanağıma çıkarıp usulca okşadı. "En sevdiğim karşımda." Gülümseyip başımı iyice yasladım yanağımdaki eline.

"Mantı." dedi sonrasında. "Ama bu ellerin hamur açabileceğini pek sanmıyorum." derken tırnaklarımı işaret etti göz ucuyla. Ojeli tırnaklarımı.

"Bakım da yaparım mantı da." diyip saçlarımı savuşturdum. "Sen kurban ol bana." Gülerken kendine çekip dudaklarımı taçlandırdı bir buseyle. "Olurum." dedi. "Uğrunda ölürüm, ölür."

Nisanın da orada olduğunu gördüğüm masaya doğru ilerleyip, Karacanın yanına oturdum. "Neden soyismini kullanıyorlar?" dedim aklıma gelince. "Gerçek ismini bilmiyorum."

Emrenin önüme itelediği mercimek çorbasına kaşığı daldırdım. En azından ayakta durabilmek için bir şeyler yemeliydim.

"Komutanım sevmiyor." dedi gülerek. "Kaldığı yurdun müdürünün adıymış. Nefret ediyormuş." dediğinde kaşlarım havalandı. "Ne?" dedim merakla. "Süleyman."

Çorbamı yutup yüzümü buruşturdum. "Karaca iyiymiş cidden." Başımı sallayıp yüzüne bir kez daha baktım. "Süleyman için fazla fırlama bi tipsin."

Emreyle Eren de gülmeye başladı. "Aynısını söyledi komutanım da." diye açıkladı Karaca. "Süleyman isimli kimseye de Süleyman demez."

"Uyandı!" Alinin sesiyle yerimizden fırlarken koşturarak çıktık kantinden. Kalbim bu sefer heyecandan kasılırken Nisa elimi tuttu.

Yoğun bakımın canımın önüne geldiğimizde günlerdir görmediğim elalarıyla buluştu gözlerim. Yutkunduğunu izlerken gülümseyip elimi cama yasladım.

Az önce alyansı taktığım elimi.

Gözleri elime kayarken dudaklarını yalayıp gülümsedi. "Evet." dedim fısıltıyla. Dudaklarımı okudu. "Sonsuz kere evet."

yâr'a iziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin