Günün her saatinde dalgın olmak umutsuz bir aşkın getirilerinden sadece bir tanesiydi. Her saniye Jongin'i, onun dediklerini, dediği şeyleri neden dediğini, acaba ben onu düşünürken onun neler yaptığını, tam da o anda nerede olduğunu ve bunların türevlerini düşünüyordum. Sınavdaki en kolay soruyuyu yapamamak ve ardından o sorunun cevabını bir daha unutmamak üzere öğrenmek gibiydi; ihtiyacım olmadığında bile o cevabı hatırlar ve bir türlü aklımdan atamazdım. İşte Jongin aynen böyle yer edinmişti kafamın içinde, istesem de kovamıyordum onu. Nefes almak gibiydi onu düşünmek, istemsizce gerçekleştiriyordum bu eylemi. İlla onu bana hatırlatacak bir şeylere ihtiyacım yoktu, yaptığım en basit işte bile, mesela ayakkabımın bağıcıklarını bağlarken aklıma düşüveriyordu; tam da aklımı terk etmemişken hem de. Baekhyun bir keresinde Jongin fikrinin beynimde parazit bir yaşam sürdürdüğünü söylemişti, bense bunun daha çok kommensalizm olduğunu düşünmüştüm, sığıntı taraf da bendim üstelik. Tabii bunu Baekhyun'a söylemek kaçınılmaz bir darbenin zeminini hazırlamak demekti.
Hastaneden çıkarken her zamanki gibi onu düşünüyordum. Xiumin'le yaptığım telefon görüşmesine henüz son vermiştim, aklımda o gün Jongin'in bana söyledikleri vardı sadece. Bedenimin buz kesmesine neden olan soğuk havaya çıkmadan önce derin bir nefes aldım, ellerimi ceketimin cebine sokarken sadece bir anlığına aklımdan tüm bu evlilik meselesinden yani dolayısıyla Jongin'den vazgeçmek geldi. Fakat dediğim gibi bu sadece bir anlık bir düşünceydi; içten içe biliyordum ki Jongin'den ayrılmaktansa bir yerlerden atlayıp sakat kalmayı tercih ederdim. Yaptığım fazlasıyla gurursuzcaydı biliyordum fakat Jongin olmadan yaşayacağıma gurursuz olmayı tercih ederdim; bu da çaresizliğimin bir diğer kanıtıydı işte.
Sıkıntıyla oflayıp kendimi hastanenin dışına attım, yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor ve etraftaki insanların koşuşturmalarına neden oluyordu. Hem şemsiyem yanımda değildi hem de sadece bir ceketle dışarıya çıkmıştım, bunun sonucunu fena halde hastalanarak ödeyeceğimdem neredeyse emindim. Fazlasıyla eskimiş ve artık içine su sızdırmaya başlamış botlarıma çaresiz bir bakış atıp birkaç küçük adımla ilerledim. Metro durağına kadar elimden geldiğince hızlı olacaktım, ardından kendimi Üç Süpürge'ye attım mı her şey kolaydı.
Yağmur görüntümü bulanıklaştırıyordu, henüz saat erken olmasına rağmen hava kararmıştı. Hastane binasından gelen ışıklar bile bahçeyi aydınlatmaya yetmiyordu. Kafamı birkaç saniyeliğine kaldırıp ne aradığımı bilmeden gözlerimi büyük bahçede gezdirdim, tam o sırada içimi titreten soğuğa bir de Jongin'in üzerimdeki bakışları eklendi. Bahçenin benden pek de uzak kısmında elinde bir şemsiye ile bekliyordu. Bu benim için şaşırtıcıydı çünkü nasıl oluyorsa onu tüm gün boyunca sadece öğle yemeği sırasında görebiliyordum. İlk zamanlar hastaneye girerken ya da hastaneden çıkarken her bir noktada onu arasam da bundan çoktan vazgeçmiştim.
Ne yapacağımı bilmeden bir süre öylece bekledim, Jongin'in tam olarak neyi beklediğinden emin değildim ve öğrenmek için can atıyordum. Yağmur tüm kıyafetlerimin sırılsıklam olmasına neden oluyordu fakat o sırada bu umrumda bile değildi. Buna Jongin transı diyordum işte, evet her zaman onu düşünüyordum fakat Jongin etraftayken bu kaçınılmaz olay form değiştiriyordu, Jongin yokken ona ek olarak başka şeyler de düşünebilirken onun varlığını hissettiğim anda sadece onu düşünmeye başlıyordum. Yani o an ıslanan kıyafetlerim, beni yeterince ısıtmayan ceketim, su sızdıran botlarım falan aklımda uçup gitmişti. Ona doğru ilerlemek ve olduğum yerde kalmak arasında gidip geliyordum; oradan ayrılmak ise aklımdan dahi geçmiyordu.
Derin bir nefes alıp ne yapacağımı düşünecekken Jongin'in elini kaldırıp beni yanına çağırmasıyla iyice sersemledim. Olan şey şuydu; Jongin sabırsızca ağırlığını bir ayağından diğerine vermiş, sağ elini hafifçe havaya kaldırmış ve ona doğru ilerlememi ifade eden küçük bir el hareketiyle bu göz alıcı eylemler zincirini sonlandırmıştı. Sağanak yağmurun altında onun tüm hareketlerini sanki HD ekrandan izliyormuş gibi algılamam ilginçti fakat daha ilginci Jongin'in beni yanına çağırmış olmasıydı. Belki de yanlış görmüştüm, aklımdan geçen şey tam olarak buydu, Jongin'in beni yanına çağırması gökten Ares'in düşüp halimi hatrımı sorması gibi bir şeydi. Ve orada duruyorsa benim için duruyor demekti ki bu da ilginçti, o an beşinci dünya savaşından çıktığını söyleyen zırhlı bir kedinin beni beklediğini görsem en fazla bu kadar şaşırabilirdim. Ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu, sonunda bedenim her zamanki gibi benden bağımsız hareket edip ona doğru yöneldi. Yağmur yüzünden gözlerimi kısarak ona bakıyordum, ıslak olan her şeyden nefret ederdim fakat o an kıyafetlerimin ıslanmış olmasına aldırış edemeyecek haldeydim. Tüm algılarım onun dışında başka hiçbir şeyi fark edemeyecek şekilde kapanmıştı sanki. Sadece Jongin vardı o an benim için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
H4N // sekai
FanfictionHun for Nini Biliyorum sen de üzüldün ama ben bittim artık, mahvoldum. Beni sen mahvettin demiyorum ama mahvoldum. "Dayanabileceğimizi sandığımızdan çok daha fazlasına dayanabiliyoruz." demişti Frida, ben artık dayanamıyorum Jongin, senin için bile...