En büyük derdimin okulun yemekhanesinde çıkan yemekleri beğenmemek olduğu günler vardı ya da hiçbir haltıma yaramayacak tarih dersini veremediğim zamanlar. Bir keresinde, henüz ilkokuldayken yeni aldığım botlarım çamura battı diye ağlamıştım. Biraz daha büyüyünce beni ağlatan tek şey dram filmleri olmaya başladı. Gerçek acının ne demek olduğunu hiçbir zaman öğrenmedim, Jongin'den önceki hayatım bulanıktı evet, fakat dönüp baktığımda tüm o bulantıya rağmen mutlu olduğumu net bir şekilde görebiliyordum. Çevremde acı çeken insanlar vardı, acıyı onların gözlerinde gördüm sadece. Baekhyun büyük bir umutla başladığı okuldan atıldı, Chen kanserden annesini kaybetti; haberi aldığında hemen yanındaydım, karşı komşumuz kocası tarafından terk edildi ve iki çocukla tek başına kaldı, kadını her gördüğümde gözlerindeki hüzne tanık oldum. Tüm bunlara rağmen bunun nasıl hissettirdiğini tam olarak anlayamadım hiçbir zaman. Tüm insanların öleceğini bilmek fakat buna rağmen sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktı benimkisi.
Bazen olan bitenlere inanamıyordum. Botlarım çamur oldu diye ağladığım gün birisi gelip düğünümde terk edileceğimi söyleseydi ne tepki verirdim acaba? İnsanların bu tür şeyleri daha önceden kestiremiyor olmalarının bir sebebi var, geriye dönüp baktığımda üzüldüğüm her şey önemsiz birer ayrıntı. Düğün günümde terk edildim, dünya dönmeyi bıraksa o an önemli değildi, acım o kadar büyüktü ki o an hissettiğim tek gerçekti benim için. Onun dışındaki tüm duygularım birer yansıma gibiydi, hissettiğim acının form değiştirmiş halleri gibi.
Atomun yapısında bulunan elektron kütlesi o kadar küçüktür ki işlem sırasında ihmal edilir, fizikte veya kimyada çok küçük oldukları için işleme dahil edilmeyen sayılar vardır. Bunu ilk gördüğüm zamanlar sıra arkadaşım ağır bir depresyonun eşiğindeydi, bana dönüp "kendimi o sayılar gibi hissediyorum." demişti. "varım ama ihmal ediliyorum. Varım ama olmasam da olur." ve ben ne diyeceğimi bilememiştim çünkü tam olarak nasıl hissettiğini anlayamamıştım. Otelin kapısından çıkıp bulutsuz gökyüzüne bakarken onu anlıyordum, ne demek istediğini ve nasıl hissettiğini anlıyordum.
Kendimi o sayılar gibi hissettim.
Aynı zamanda olduğum noktada iki büklüm olup büyük bir çığlık da savurmak istedim ama yapmadım. Hiçbir faydası olmayacaktı. İnsanlara bu tür durumlarda derin derin nefes alıp vermelerini söylenir, önce büyük bir nefes verilir ki panik hali ve düzensiz soluma durdurulsun. Bunu da yapmadım, panik olmayı en çok hak ettiğim anlardan birindeydik ve kendimi durdurmayacaktım. Hızlı hızlı ve düzensiz solumaya devam ettim.
"Buna inanamıyorum." dedim ellerimi yüzüme örtüp, insanlar otelin içine girip çıkmaya devam ediyorlardı. Bense olduğum noktada dikilyordum. Az önce umrumda değil dediğim şey beni öldürmek üzereydi. "Tanrım, buna inanamıyorum."
Özenle yaptırdığım saçlarımın arasında ellerimi sokup onları darmadağın ettim, artık bir halta benzememe gerek yoktu.
"Sehun." Xiumin'in usulca yanıma gelip ismimi seslenmesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Dönüp ona sarılmak istesem de kendime engel oldum. Bunu orada yapmayacaktım. Usulca yüzümü ona doğru çevirip baktım. Beraber seçtiğimiz takım üzerindeydi.
"Sorun yok." dedi gülümseyerek, neden gülümsediğini anlayamadığım için kaşlarımı çattım. "Gelmiş, bak şurada."
Xiumin bedenini hafifçe sola doğru kaydırarak parmağıyla bir noktayı gösterdi, aynı anda kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Umutsuzluk denizinde boğulurken aniden can simidine tutunmak gibi bir şeydi bu. Az önce yapmayı reddettiğim şeyi eyleme döküp sakinleşebilmek adına derin bir nefes verdim, parmağını takip edip gösterdiği yere diktim gözlerimi. Otelden çıktığım andan itibaren bulanıklaşan görüşüm o an netleşti ve kulaklarımdaki uğultu bir anda yok oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
H4N // sekai
FanfictionHun for Nini Biliyorum sen de üzüldün ama ben bittim artık, mahvoldum. Beni sen mahvettin demiyorum ama mahvoldum. "Dayanabileceğimizi sandığımızdan çok daha fazlasına dayanabiliyoruz." demişti Frida, ben artık dayanamıyorum Jongin, senin için bile...