Son model üzeri açık arabamla evin yolunu dakikalar içinde bulmam kolay olmuştu. Hızı seviyordum... Beni avlu da karşılayan vale ye arabayı teslim ettim. Elimi cebime atıp kartı devrenin içine soktum. Kapı açıldı. Sessizdi. Kara olmadığı zaten inlemeleri olmayan, makarna kokuları olmayan, -başka da bir şey bilmez- haberleri izletmemek için hayvan taklitleri yaparak üzerimde tepinen ve yine onun sesi olmayan bomboş bir evdi. Bunalımda mısın ? Hadi ama. Bu kadar başarılı, titiz, her kızı elde eden bir adamı bir şişe misali nasıl böylesine devirebiliyordu? Derin nefes aldım. Muftağa gittim. Buz gibi bir Perrier çıkarttım. Bu şampanya, dünyanın en pahalı şampanyası ve ben hiç yapmadığım bir şeyi yapıcam bu şampanyayla sarhoş olucam. Buna ihtiyacım vardı. Bir rakı kesmezdi belki de keserdi ama saçma olsun istiyordum. Çünkü durum saçmaydı. Saçmanın saçması. Bir şişe daha çıkardım. Tanrım köpükleri içim kadar fokurduyor bunun ama sarhoş etmiyor. En ufak hissiyat yok. Nasıl anlıyacağım peki sarhoş olduğumu? Değilim ki zaten!
Şimdi çok sıcak olmuştu. Kravatımı boynumdan çektim. Düğmelerimi açtım. Telefon... Telefonum. Elimle telefonumu cebimden çıkarttım. Kara? Tamam haydi ara!
Çalıyor. Bebeğim resmi ne güzel karşımda. Dudaklarında gevrek gülümsemesi dekoltelerden görünen seksi gögüsleri. Benim aldığım o gecelik var üzerinde...
"Alo? Orda mısın Sedat?"
"Ah işim vardı. Yemek nasıldı?"
"Bunun için mi aradın beni !"
"Nerdesin? Yoksa yatağında mı?"
"Sen nasıl konuşuyorsun ya ? Böyle bir tuhaf. Hayır hayır hakaretlerini demiyorum Sedat. İçmişsin seeen."
" iki tane sadece"
"Sarhoşsun. Bu halini kaçıramam hemen gelmem lazım. "
Önce bir tepinme sesleri sonra da bağırma sesleri geldi. Güldükten sonra da telefonu yüzüme kapatıvermişti. Ama hiç kızmadım sonuçta o buraya geliyordu. Heyecanlı şekilde bekledim. Yaklaşık bir saat sonra kapıda taksi gördüm. Taksinin parasını cebimden aldı çünkü ben alırken paraları düşürdüm. Elimi tuttu. Buz gibi eli... Kalçalarından tutup kaldırsam eve götürsem acaba düşer miydim? Ne kadar da salağım?
"Bu kaç? Peki bu?"
Elini iki sonra da beş yapmıştı. Görebiliyordum. Kendimi salondaki büyük koltuğa fırlattım. Çocuk gibi kahkaha atıyordu.
"Ne oldu ayakta duracak halin yok mu?"
"Gayet dururum."
"Peki beni taşır mısın?" Bacağını sakince arasında gezdirdi sonra da tam üzerine oturdu. Yani kemerimin. Hakaretlerim için özür mü dilesem? Baksana hala o benim hakaretlerime rağmen burada. Hadi dile. Baksana ne kadarda ruh doyurucu. Zevk verici. Peri gibi.
Ellerini enseme doladı. Ellerimi alıp kalçalarına koydu. Dudaklarımı ağır ağır öptü.
"Kara ben senden.."
Öptü. Söyleyemedim. Bir daha deneyecektim.
"Kara gerçekten..."
"Susar mısın? Bu ne mütevazilik ? Sen benim ruhsuzumsun. Özür dilemezsin ki? Yoksa buda sarhoş olduğun için mi?..." Kahkaha attı. Bir şeyler daha diyordu dinlemedim. Sadece üzerini tek hamlede soydum. Şimdi ben onun bacaklarının arasındaydım... Şimdi susmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ VE KARA (Düzenlenecek)
Romance"Belkide Dünya'ya gelme sebebim sensindir. Belkide ben dünyaya seni çok sevmek için gönderildim. Bana başbelası diyorsun ya ben senin başına gelebilecek en büyük belayım evet."