Son ortaokul yaz günümdü. Bu benim için büyüdüğümün göstergesiydi. Çok heyecanlıydım.
Lise'ye başlıyor olma hissi anlatılamaz bir histi.
Babamın eski bir Öğretmen arkadaşının daveti üzerine o yaz Didimdeydik.
Didim çeşmeye benzemez bodruma benzemezdi babam için daha yaş ortalaması yüksek insanların tatilleri için tercih ettiği bir kesime sahip olduğu içindi belkide.
Buraya çok sık gelmezdik ama uğramak zorunda kaldığımız çoğu zamanlar babamın öğretmen arkadaşı Orhan amcanın karşısındaki beyaz sitedeki esmer kız orada mı diye her defasında bakardım.
O'na bir borcum vardı.
Ama üç yıldır her buraya gelişimde kızı hiç göremedim.
Orhan amca ellerimdeki yükü almak için bana doğru yöneldi.
"Ver bakiyim oğlum onları bana sen yukarı geç" dedi. Orhan amcanın sitesi dublex,şirin,içi bembeyaz takımdan oluşan dışı mavi bir siteydi.
Karşıdaki beyaz siteye dalarken Orhan amcanın seslenmesiyle irkildim.
Elimdekileri Orhan amcaya verirken sepetin ağzının açık olduğunu unutmuştum.
İçindeki babamın özenle her yere taşıdığı annesinden kalma takımlar yerde bin parçaya ayrıldı.
Gözlerim yerinden fırlayacak gibi şaşkınca ayaklarımın altındaki takıma bakıyordu.
Orhan amca "sana bir şey olmasın önemli olan o boşver" dedi.
"Olmaz" dedim. Yere eğilip büyük bir telaşla kırıkları toplamaya çalışıyordum. Babam içeriye yerleştirdiği diğer eşyalarla eli boş bize doğru geliyordu.
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
Görsün istemiyordum ve o yaz ilk defa bildiğim tek sure fatiha yı okuyor bir yandan kırıkları toplayıp "Allah ım görmesin" diye yalvarıyordum.
Başımı kaldırdığımda babam yukarıdan bana bakıyordu. Omzumdan tutarak beni silkeledi.
"İşe yaramaz çocuk!" Dedi sonra sesi daha da kalınlaştı.
"Zaten hayatım boyunca bir işe yaradığını göremedim. Her şeyi mahvediyorsun! Kaybol!" Dedi.
Avcumun içindeki parçalarla sahile doğru koştum.
"Annesinden bir hatıraydı. İnsan sinirliyken herşeyi söyler." "Kalp kırar." "Sorun değil"
Diye kendime yalanlar söylediğimi hatırlıyorum.
Kaç kez hayatımız boyunca yalanlar söyleriz? Bunların kaçı kendimizedir? Yaşama içgüdümüz kadar yaşama istediğimiz olmadığı zamanlar yaşamak zorunda kalmak bizi güçlendirir mi? İnsanoğluna dert verilmeden önce dağa vermiş Tanrı.
Dağ parçalanmış..
babamın uşağı bana bunu söylediğinde bu yalanı yutacak kadar küçüktüm.
Şimdilerde ise sadece gülüyorum bu yalana.
O kadar güçlümüydük gerçekten. O kadar kaldırabilir miydi insanoğlu dağın kaldıramadığını?
Ben buna inancımı kaybedeli uzun zaman olmuştu.
Güneş sahili terkedene kadar avucumdaki parçalarla öylece sahile karşı bankta oturdum.
Tanrı'nın beni görüp görmediğinden bile emin değildim.
Şu dünyada sadece Babamdan sevgi görmek istediğimle sonlardırdığım dualarım Tanrı için bu kadar mı zor bir şeydi.?
Yanıma beyaz tülbentli bir kadın oturup elindeki cips paketini açıp torunuyla yiyiyor. Gülüşüyorlar.
Bir kaç dakika sonra kırmızı mayokinili bir kadın içi kum dolmuş ayakkabılarını temizlemek için oturduğum banktan destek alıyor.
Daha sonra karşıdan ikiz kız kardeşler
Sahilde koşuştuktan sonra dinlenmek üzere yanıma oturuyorlar. Sonra kalkıp gidiyorlar.
Bir aile geliyor daha sonra bankın yanındaki ağacın altında fotoğraf çekiliyorlar...
Herkes mutlu görünüyor.
Ben görünmüyorum bu mutlulukta mutluluğa çok uzak gibiyim ama sorun değil diyorum mutluluk paylaşılır.
Belki son kalan büskiviyle belki uçan uçurtmayla belki en yakın arkadaşının tebessümüyle...
"Mutluluk paylaşılır"
Etrafımdaki herkes hareketli , Güneş de öyle ve karanlık sahili ele geçirdiğinde avucumdaki acıyı hissediveriyorum.
Parçaları sıktıkça avucumu az kanatmış derimi parçalamışlar.
Sahilde bir kaç insan kaldığında avucumdakileride fırlatıveriyorum.
"Babam merak etmiştir. Hem Orhan amcayla tavla oynamayı özledim" diyip sitenin yolunu tutuyorum.
Işıklar kapalı.
Arka taraftan sesler geliyor. Merdivenlerden yukarı çıkıp arka tarafın bahçesine geçmek üzere açık kapıya doğru ilerlerken eşikte duruveriyorum.
"Tam bir duygusal kız çocuğu gibi"
"Yok canım Sedat akıllı bir çocuk Dostum."
Diyiyor Babama Orhan amca.
Kulaklarım patlayacakmış gibi oluyor. Dinlemeye devam ediyor hayatımı değiştiren o gün şahit olduğum tüm konuşma bugün neysem kendimi hatırlatan o konuşmalara şahit oluveriyorum.
"Sen bana sor onu Orhan. Bazen sinirlerimi o kadar çok bozuyorki nefes alacak alan yokmuş gibi hissediyorum"
"O kadar da değildir Dostum. Gerçekten Sedat güzel bir çocuk, akıllı."
"Bir erkek çocuğu gibi değil. Sürekli annesini soruyor. Bana yaptığı iyilikleri anlatıyor ne biliyim erkek çocukları yaşıtları gibi futbol oynayacağına resim çiziyor."
"Güzel resim çiziyor ama Dostum."
"Sanki ressam mı olacak Orhan?"
"Babasın sen sonuçta öyle deme çocuk sonuçta."
"Yoruldum Orhan. Bana O'nu emanet etmeseydi emin ol soyadımı asla vermezdim."
Soyadımı asla vermezdim?
~~~
Tüm bunlardan sonra ayakta durmam çok zor olmuştu. Eve gitmek için sabırsızlanıp ısrarlarımdan Babamın bana tatilini zehir ettiğim için lanet okuduğunu hatırlıyorum.
Eve vardığımızda uşağımdan babamın karnelerini merak ettiğim için o büyük sandığın anahtarını vermesini rica ettim. Buna büyük saygı duyup anahtarı verdi.
Büyük heyecanla odadaki sandığı açıp babamın sandığının içini dağıtmaya başladım.
Askerlik saatini gördüm. Kırıktı.
Bir cetvel vardı üzerinde tarih yazıyordu. Babasını gördüm gazeteye çıkmıştı şirketi büyütme başarısından ötürü. Geçmiş kokuyordu sandık.
Tarih kokuyordu.
Bir sürü kaset de vardı.
Sargı bezi vardı.
Bir sürü jiklet yapıştırması.
Koleksiyonunu yaptığı araba resimleri..
Mahkeme kağıtları vardı.
Tam da bu sırada gerçek ellerime gelmiş hakkettiği yeri bulmuş gibiydi.
Gerçek varacağı yere er ya da geç ulaşırdı nasılsa.
Kağıdı elime aldım.
"Sabiha Aksoy" "Sedat Aksoy"
Bu sedat ben miyim?
Satırları okumaya devam ettim.
Kararın Babamın çocuğu olarak onun üzerine geçirilmemde bir sakınca olmadığıydı.
Dizlerimin ğzerine çöktüp. Gözlerimi ağırca kapatıp nefes alıp almadığımı kontrol edercesine derin nefes aldım.
Parmaklarım buz gibiydi.
Daha bu şoku atlatamadan ikinci şoku yaşamaya zorunda kaldım.
Aksoy?
Harun'un soyadıda Aksoy?
Nasıl yani dedim.
Gerçekler giderek tuhaflaşırken sandıktan bana açıklama yapacak başka şeyler arama çabasıyla çırpınıyordum.
Bir sürü aşk mektubu vardı. Önceleri bunları geçiştirdiğim için kendime kızıyprdum.
Mektupları tek tek okumaya başladım.
Satırlardaki her cümle kalbime ağırlık veriyordu.
Susuyordum. Dudaklarım kuruyordu.
İşte gerçekler yüzüme su gibi çarptı.
"Annem beni doğururken ölmemişti. Benim annem sandığım kadın babamı terk edip bir erkek çocuğuyla kaçan kadındı. Bir öz erkek kardeşim daha vardı. Ama babam bu kadını Sabiha ile aldattığında ikisinide kaybetti. Çünkü babam hayatı boyunca tek bir kadına aşıktı. Adı Sabihaydı. Harun'un annesi Sabiha. Sabiha yani annem başka adamla evliydi. Babam Onu nikah masasında terk edip hamile bıraktığı kadınla evlenmişti. Sabiha (annem) da başka bir adamla evlenip aşkını kalbine gömmüştü. Sonra evlendiği adamdan Harun dünyaya geldi. Ama babam aşkından ölüyor çok acı çekiyordu. Son kez buluştular ve Sabiha (annem) o gece bana hamile kaldı. Harun küçüktü. Kocası Harun a kardeş geleceğini sanıp çok sevindi. Benim doğacağım gün babamda hastanede saklanıyordu. Dünya kadar para verdiği doktorlarla anlaşıp Harunun babasını doğuma almadılar ve doğuma kendisi girdi. Sonra Sabiha beni dünyaya getirirken öldü. Ama ölmeden önce babamdan bana sahip çıkmasını isteyen bir Sabiha vardı. En büyük aşkı..
Babam buna dayanamadı ve Harun un babasından tüm gerçeği saklatıp. Oğlunun da eşinin de öldüğünü söylemelerini istedi."
Harun üvey kardeşimdi. Harun'un annesi gerçek annemdi. Bir öz erkek kardeşim daha vardı ve babam kötü bir talihsizlik yaşamıştı ve ağır bir ceza çekiyordu.
~~~
Bu dünya böyle yürür. İnsanlar sizin yaşayacağınız hayatı yaşar. Kimileri onu sizden saklayarak çalar.
Yinede alışırsınız. Sonra birileri güvendiğiniz ve alıştığınız zaman adaletsizce hançeri saplar. Sonra hissizleşmeler başlar.
Sevginizi çalarlar güveninizi çalarlar papatyalara onlar gibi beyaz bakmanızı kıskanırlar sizden onu çalarlar.
Kaderiniz değişmek zorunda kalır kısaca kaderinizi çalarlar.
Avucunuzda tutamadığınız kum gibi herşey kayar hayatınızdan.
Sonra size kötü derler.
Kötü değilsiniZdir.
Sadece sizden sizi çalmışlardır.
Bir daha eskisi gibi sevemezsiniz gökkuşağı size bambaşka gelmez uzayı merak etmezsiniz babaları sevmezsiniz çocuklar bile saf değildir artık. Arkadaş yoktur.
Acılar size acı gelmez.
Cesaretinizi ve güveninizi de çalarlar.
Marketlerde satılmaz cesaret güven keşke satılsa Onu sizden çalanlardan da çalarlar. Sonra ruhumuzun bedenimizde sıkışıp isyanları başlar arkasından hatalar gelir intiharlar..
Dünya hep böyle döner..
Bu işler hep böyle yürür..
Biryerlerde kazananlar varken siz kaybedersiniz.
Poker masasından sadece bir milyoner çıkar.
Sen ağlarken diğerleri mutludur.
Kimse tuza ekmek banıp yemek istemez seninle.
Yıldızlar senin için kaymaz sadece..
Tanrı sadece seni duymaz sadece sana ait değildir..
İsyanlar işe yaramaz...
İntihar kurtuluş değildir..
Seni sadece gözyaşların yalnız bırakmaz.
Ve bir tek içindeki cesaret tekrar ayağa kaldırıp elinden tutar.
Ve her bu gerçekte babamın uşağının dediği aklıma gelir; "kötüler kadar iyilerde cesaretli olduğunda bu dünya güzel olacak"
Güzel olduğu yok.
Güzeli oldurmak için senin bir şeyler yapman gerekiyordu.
Bu yüzden hissizleşirdi insan.
Bu yüzden sonbaharda dökülürdü yapraklar.
Bu yüzden maske takardı Batman.
Sevdiklerini korumak için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ VE KARA (Düzenlenecek)
Romance"Belkide Dünya'ya gelme sebebim sensindir. Belkide ben dünyaya seni çok sevmek için gönderildim. Bana başbelası diyorsun ya ben senin başına gelebilecek en büyük belayım evet."