40. Bölüm *Zorba*

230 17 10
                                    

40.BÖLÜM


*ZORBA*

Bazen sadece yaşarsın, yaşamak zorunda olduğun için.. Düşünmeden, umarsızca.. Ya da kendini kandırırsın ne bileyim? İnsan umutları olmadan, hayal kurmadan, gerçekten birine değer vermeden, umursamadan yaşayabilir mi? 

Hayat, büyük bir soru işareti, kalbimizin ortasına oturmuş koca bir kaya parçası gibi. Sınavların en büyüğü, soruların en zoru, tercihlerin en çıkmazı.. Hangi yol, hangi hayat, hangi insanlar hayatımıza girip çıkmalı, kimler bizi büyütmeli, olgunlaştırmalı, hangi acılar yaşanmalı ve ne gibi tecrübeler kazanılmalı, sonu hayır mı şer mi?

Düşününce ne kadar çok soru işareti var öyle değil mi? Seçtiğimiz yollar ve o yolların bize yaşattıkları, koskocaman dünyada evreni binbir parçaya bölen bu kadar fazla hayat, yaşanmışlık, tecrübeler, duygu ve düşünceler. Tabi en önemlisi yaşadığımız yıllar..

Neden bedenimiz büyürken ruhumuz aynı yerde kalmak istiyor? Büyümek hayatı anlamakmış ya da anladığını sanmakmış. Çocuk olmak ne kadar da masumaneymiş, hep korunacağını bilmek, her daim sevilmek hatta dikkate alınmamak bile güzelmiş. Çocuk olmak özgür olmak demekmiş bunu büyüyünce anladım..

En zor kararları tek başıma verince, en zor yollardan tek başıma yürümek zorunda kalınca, babamı kaybedince ve kötü insanlarla yalnız başıma mücadele edince anladım. Ama şunu da anladım ki insanın insana yaptıklarını bir başkası yapmıyor.

Her şeye rağmen direnmek, bir amaca bağlanıp kaldığın yerden olmasa da kendine inandığın yerden başlayıp devam edebilmek benim felsefem olmuştu. Her düştüğümde kalkmayı başarmıştım ama üzerime aldığım ağır darbeler, her yeni yıkım beni biraz daha zayıflatmış ve güçsüzleştirmişti.

Şimdi omzuma yüklediğim umutlarımla dar ve uzun bir yolda yolun sonundaki cılız ışığa ulaşabilmek adına dayanıyordum. Beni ayakta tutan umutlarım, hala geleceğe umutla bakabilen çocuk yüzümdü. Kalbimdeki ağırlıkları dinlenmek üzere bir köşeye istiflemiş, mantığımla hareket etmeye çalışıyordum.

Korkularım beni kapana kısılmış bir fare gibi her yandan sıkıştırsa da ufacık bir kaçış yolunu bile deneyerek duvarlara çarpa çarpa geçiş yolu arıyordum. Vazgeçmiyordum ve vazgeçmeyecektim. İnandıklarım, sevdiklerim uğruna kendimden vazgeçmem gerekse de girdiğim bu yoldan azimle çıkacaktım.

Olduğum yerde sessiz gözyaşlarım bana eşlik ederken etraftaki dağınıklığa gözlerim ilişti. Kendimi kaybetmiştim ve sinirimi eşyalardan çıkarmıştım. Bu beni bir nebze olsun rahatlatmıştı belki ama şimdi her şey aynı şekilde duruyor ve karşıma geçmiş hesap soruyordu.

Bıktım dedim bıktım hesap vermekten, kendime hesap sormaktan, bu kadar çıkmazın içinde boğulmaktan, savaşmaktan, aynı yerde dönüp dolaşıp aynı bedene çarpıp kalmaktan, kalbimin beni ele geçirmesinden, siyah gözlerden yorulmuştum.

Kapıya geçirilen yumruklar arttıkça, kalp ritmimde ona uyumlu bir şekilde hızlanıyordu ama gözlerim artık bir şey görmüyor korkuyu hissetmeme rağmen artık korkacak gücüm bile kalmamıştı. Artık burama kadar geldi derler ya ben orayı bile geçmiştim. Her şeyi itiraf edip, yüzleşmek istiyordum. Ona bunun hesabını sormak ve bu oyunları bitirmek istiyordum.

Kapının arkasında oturduğum için her tekme de her yumrukta kapının titremesini iliklerime kadar hissediyordum.

"Çekil şu kapının arkasından beni delirtme lan aç şunu konuşcaz. " diye bağırıp duruyordu ama onu duymuyordum bile, ya da duymak işime gelmiyordu.

İntikamın EsrarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin