Bugün altıncı tanışma yıldönümümüz sevgilim. Altı koca yıl oldu seni tanıyalı. Pahalı hediyeleri sevmezsin sen biliyorum, ama bunu görünce dayanamayıp aldım. Üstelik hediye de değil bu herkes evlenme teklif ederken yüzük alır değil mi? Bunu görür görmez senin parmağında hayal ettim o ince uzun narin parmağında. İlk ellerini gördüğüm ve tutamadığım gün geldi aklıma. Bay Max'e içimden neler dedim bir bilsen... Çok özlüyorum seni Bella. Sensiz geçen yıllara aylara haftalara günlere saatlere lanet ediyorum. Kalbim acıyor, sensizlik yok ediyor beni...
Ağlamam hıçkırığa dönüştüğünde yazmayı bıraktım. Her özel günümüz de ya da içim sıkıldığında bunu yapıyordum. Çünkü o beni anlardı, cenneten beni izlediğine eminim. Her özel günde bu oluyor; yaşadıklarımız bir bir aklıma geliyor. Onu tanımam, aşık oluşum, sevgili olmamız, birbirimizin oluşumuz. Bunları hatırlarken yüzümde istemsizce gülümseme oluşuyor. Ama sonra devamı geliyor aklıma yüzümdeki gülümseme kayboluyor anında ve büyük bir acı saplanıyor kalbime. Bella'nın annesi odaya girip o sözleri söylediğinde anlam verememiştim. Bella ölemezdi! Serumu kopartmaya çalışıp ne kadar kalkmaya çabalasamda kırıklarım buna engel oluyordu. En son iğne vurularak sakinleştirildiğimi hatırlıyorum. Bir ay hastanede yattım hastanede ve bu bir ay içinde Bella'nın annesi iki kere daha geldi ikisinde de üstüme saldırdı. Ben ise ona yalvardim en azından ölüsü bile olsa göreyim ya da mezarının yerini bileyim diye. Ama izin vermedi. Ne son bir kez görebildim ne de mezarının yerini biliyorum. En çok da üzen bu zaten; mezarının yerini bilmiyorum, onun yanına onunla konuşmaya gidemiyorum. Bu yüzden yazıyorum içimdekileri... bir ayın sonunda hastaneden çıkar çıkmaz abim beni Washington'a götürdü hatta götürmedi resmen kaçırdı. Neydi bu acelemiz anlayamamıştım. Kendimi toparlayana kadar yürümem aksamıştı yüzümdeki morluk ve yaralar yavaş yavaş geçmişti. Ama kalbim yoktu, kalbimi Bella'da bıraktım ben. Washington'a gider gitmez ilk intihar girişiminde bulundum. Yaşadığım ağır travma olarak görüldü ve sayısız psikoloğa götürülsemde ben hep aynıydım. İkinci intihar girişimim bileklerimi kesmemdi. Ölüme çok yaklaşmışken son anda hastaneye yetiştirilip Bella'ya ulaşmaktan mahrum kalmıştım. Hayata bağlayan bir şey yoktu beni derken Avery'i doğum yaptı. Dünya tatlısı bir kız çocuğu. O minik parmaklarıyla elimi tuttuğu güne kadar bir hayaletten farkım yoktu. Avery ve abim bebeğin adını Isabella koyacaklarını söylediklerinde Bella'nın ölümünden beri ilk kez gülümsedim. Ölümü diyorum aslında ama hiç kabullenemedim bunu, hep bekledim tekrar dönüşünü hatta hâlâ bekliyorum. . Bebeğin adını İsabella koyduktan sonra tekrar bir dünyam oluştu sanki. Her günümü her anımı onunla geçirir oldum. Hem halası olarak onu çok seviyordum, hemde sanki Bella'nın hatırası gibi görüyordum onu. Yavaş yavaş hayata dönmem abimi ve Avery'i mutlu etse de Avery'nin kardeşi Amber bu durumdan şikayetçiydi. Teyzesi olarak kiskaniyordu bizi belki de bilmiyorum. Minik Bella büyürken benim ruhumu da canlandırıyordu sanki, öyle ki ilk kelimesi hala olduğunda sevinç çığlıkları atmıştım. Hayata dönerken okulu da bitirmem gerektiğini fark etmiştim. Abim yüklü miktarlarda para ödeyip üçüncü sınıfı bitirmemi sağlamıştı bende biraz dördüncü sınıfa gayret edip okulu bitirdim. Yaklaşık iki yıl önce şirkette çalışmaya başladım. Önceleri küçük işlerle uğraşırken daha sonra kendime gelmeye başlamamla hakkım olan yönetim kurulu üyeliğine geçtim. Minik Bella'yı her ne kadar çok özlesemde aynı yerde yaşadığımız için işten eve döndüğüm saatten uyuyana kadar birlikte vakit geçiriyorduk. Onunlayken kendimi yalnız hissetmesemdr odama geçtiğimde yine içimi hüzün kaplıyordu. Bella'nın bende sadece bir fotoğrafı vardı oda Emily'nin alel acele çektiği bir fotoğraf. Onuda üç yıl önce nişanında vermişti bana. Haftaya George'la evleniyorlar. Sophia ve Leo biraz ağırdan alsalarda onların da seneye planladıklarını duydum. Ben haricinde herkes sevdiğine kavuştu yani... Bende dertlerimi hem Bella'ya hazırladığım deftere yazıyorum hemde fotoğrafı yokken çizdiğim resmine anlatıyorum. Sanki bi yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi hissediyorum hep. Kabullenmedim, kabullenmiycem de zaten öldüğünü. Belki de o yüzdendir tekrar hayata tutunuşum bilmiyorum belki de Bella geldiğinde tekrar beni güçlü Elisa'sı olarak bulsun tekrar bana sığınsın istiyorum... Buraya taşındığımda Emily ve Sophia orda kalmıştı. Ne arkadaşım vardı ne de beni anlayan biri. Minik Bella doğduktan çok sonra Amber'la arkadaş olmaya başladık. Öyle ki geçen yıl bana lezbiyen olduğunu bile söyledi, bu sahne bana Bella'yla sahilde yaptığımız konuşmayı hatırlatmıştı hatta. Amber'la arkadaş olmak güzel aslında biraz tehlikeli gibi gözükse de eğlenceli biri. Bende ona bir kızla ilişkim olduğunu anlatmıştım ama asla Bella olduğunu söylemedim. Neden bilmiyorum ama söylemek istemedim. Amber bana yeni birinden hoşlandığını çok güzel güldüğünü falan anlatırken gözümde istemsizce Bella'nın gülüşü canlanıyor ve hüzünleniyorum. Ama o da kızı anlata anlata bitiremiyor, daha açılamamış ama benimle tanıştırmayı çok istiyor, bende kabul ettim sonuçta buradaki tek arkadaşım ve benim abimin onun ablasının isteğiyle aynı evde hemde abimlerle birlikte yaşıyoruz. Göz kapaklarımın uykuya yenik düşeceğini anladığım zamana Bella'nın resmine minik bir öpücük kondurup baş ucuma koydum ve kendimi uykuya teslim ettim...
Yine karanlıkta bir oda. Bella gittiğinden beri böyle rüya görmediğimi düşünüyorum içimden. Rüyada olduğumu biliyorum bu sefer korkmuyorum ama içim ürperiyor. Tam önümde bir ışık beliriveriyor, ışığın içinde yavaş yavaş önce bulanık sonra netleşen bir Bella oluşuyor. Hayran kaldığım bakmaya doyamadığım gülüşüyle bana gülümsüyor. Bu sefer beni tutan hiç bir şey olmadığını fark ediyorum. Bana doğru kollarını açıp konuşmaya başlıyor " Sevgilim artık kavuşmamızın zamanı gelmedi mi ? "Yazarın bile kafasını karıştıran soru; Bella öldü mü ölmedi mi. Peki ya sizce? :) Beğendiyseniz o küçük yıldıza basmaya lütfen üşenmeyin :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Onunla aşk başka ( girlxgirl )
Teen FictionBen - Elisa Walker - ve siz benim Dünyama hoşgeldiniz