Eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım sabah olana kadar delicesine düşündüğüm ve sabah erkenden evden çıkıp dün bana verilen adrese gitmek için taksiye bindiğim. Saat sabahın sekiz buçuğuydu.Ve şu anda tam da kağıtta yazan adresin önündeyim.
Ağzımın O şeklinde açılmasına engel olamadım. Burası iki katlı toz pembe rengi beyaza yakın renkte bir villaydı. Yürüyerek büyük demir kapının yanındaki korumalara yaklaştım ve konuşmaya başladım.
"Merhaba. Ben Rose Heaven, Bay Michael bana buraya gelmemi söyledi."
Siyah takım elbiseli ve kulağında küçük siyah bir cihaz olan adam kafasını sallayarak villaya doğru yürümeye başladı. Çok geçmeden güvenlik beni içeriye aldığında çevreme kısa bir bakış attım. Fazlasıyla güvenlik vardı ya da sanırım koruma.
"Buyrun efendim."
Kafamı sallayarak korumayı takip ettim. Villanın içine girerek beni salona yönlendirdi ve geldiği gibi gitti. Etrafa bakındım. Daha önce hiç görmediğim bir tarzda döşenmişti. Gerçi daha önce hiç böyle yerlere geldiğim söylenemez ama.
Salonda krem rengi koltuklar, koyu kırmızıya boyanmış duvarlar, birbirinden canlı tablolar, süs eşyaları, oldukça göz alıcı bir avize... Burası muhteşemdi. En azından benim gibi bir yetimhane çocuğuna göre.
Duyduğum adım sesleriyle merdivenlere çevirdim bakışlarımı. Altında gri kapri üzerinde beyaz bir t-shirt, dağınık kumral saçlar ve oldukça keskin gri gözleriyle tam karşımda duruyordu. Nefesimi tuttum. Yanımdan geçerek koltuğa oturdu ve gözleriyle oturmam için karşı koltuğu işaret etti.
Çantamı koltuğun yanına bırakarak karşısındaki koltuğa oturup soru dolu bakışlarımı gözlerine sabitledim.
"Annemle ilgilenmeni istiyorum." diyerek üzerimi süzdü. Siyah deri tayt, spor mavi bir t-shirt ve beyaz spor ayakkabılarla bu gün sportif bir şekilde giyinmiştim.
"Nasıl yani?"
Nefesini yavaş bir şekilde alarak gözlerime dikti gözlerini. Tekrar nefesimi tuttum.
"Annem yürüyemiyor ve iki yıldır tek bir kişiyle konuşmadı. Senin yapman gereken ona arkadaş olmak, gülmesini ve konuşmasını sağlamak. Bakıcılık. Kazadan sonra bir daha hiç gülmedi. Ona yardımcı olacaksın, düzenli maaşın olacak. Birazdan uyanır tanışırsınız."
Bu kaba ve sert konuşmasına karşı sadece kafamı sallamakla yetindim. Şuan karşımdaki çekiciliği ile içimdeki sinirin durmasını bir nebze engelleyemiyordum. Bu adama yaptığı bir iyilikte dahi teşekkür etmeyecektim. Bundan eminim. Yerinden kalkarak yeni kurulmuş olan kahvaltı masasına geçti.
"Kahvaltı?"
"Sabah kahvaltı yapmıştım." diyerek gözlerimi ayakkabılarıma çevirdim. O ise omuz silkerek yemeye devam etti.
Koltukta eğilerek bağcıklarımı çözüp çözüp yeniden bağladım. İstediğim gibi bir fiyonk olmuyordu. Canımın sıkıntısını gidermek için uğraştığım tek şeydi.Son kez denedikten sonra yerimde doğrularak Erik'e baktım. Takım elbisesini giymiş yine bir model endamıyla karşıma oturmuş çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Hangi ara giyinip gelmişti farketmedim bile.
Koltuğa yaslanıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. Strese girmiştim yine. Ya da heyecandan, ama ne için heyecanlandığımı bilemiyorum. Stresimin sebebi belliydi, tamda karşımda duruyordu üstelik. Başımı geriye atıp gözlerimi kapadım. Gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İTAATKAR #Wattys2018
Novela JuvenilDominant köle ilişkisi ASLA yoktur. Kitap isminden öyle anlaşılabilir. Hepimizin içinde birer şeytan uyukluyor. Kimisininki uyanık, kimisinin ki de uyumaya devam ediyor. Şeytan gözlerini açtığı anda avuçlarına düşüyoruz, o avuçtan çıkmak için ona i...