Aynaya yansıyan soluk görüntü üzerine geçen on ikinci dakikamdı. Yeşilin cansız tonunu taşıyan gözlerim sabit bir noktaya bakıyordu. Gözlerime.
Dar duvarların üzerime geldiğini sanarak beklediğim dakikalar, her artışında bir boşluk bırakıyordu içimde. Uyku ve uyanıklık arasındaki çizgide dolanıyordum. Sanki ortalığı dumanlı bir hava kaplamıştı ve görüşümü engelliyordu.
Ama bir yandanda etrafımda olan biten herşeyin farkında gibiydim. Zihinsel acıların en büyüğü insanın kendini tanımadığı taktirde kendisiyle içsel çelişkiye düştüğü o dipsiz boşlukta savrulmasının temelinde yatıyordu. Nefret, tutku ve ya şehvet değildi bu. Hissizlikti. Çaresizdim özellikle.
"Daha ne kadar geçmişini saklamayı düşünüyorsun?"
Dedi yavaşça odaya girip yatağa oturan hayali karakterim.
"Gerçekleri ölene kadar saklayabilir misin?"
Bunun doğruluğu tartışmaya açık fakat vermek istediği mesaj doğrudan düşüncelerime hitap ediyordu. Gerçeklik, gerçekliğinden emin olamayacağımız kadar ince bir çizgi ile gerçek olmayandan ayrılıyordu.
Hepimiz kendi cehennemimizde yaşıyorduk.
Hepimiz bir yerlere kısılıp kalırdık. Tamam belki pek masum biri olmayabilirdim belki ama yine de burada böyle kısılıp kalmak bana göre değildi.
Sonunda sıkılarak gözlerimi aynadan ayırdım üzerimdeki bornozu çıkarıp yatağın üzerine bıraktığım kıyafetlere uzanarak üzerime geçirdim. Bilinç altımı yarattığı Rose neredeydi bilmiyorum. Yatağımın üzerine oturan kız artık yoktu.
Derin bir nefes alarak saçlarımı tarayıp serbest bıraktım. Ev sıcaktı. Kendi kendine kururlardı. Eve geleli neredeyse iki saat oluyordu. Odaya kapanmıştım. Karnım açtı. Erik nerede bilmiyordum. Yapacağım en önenli şey ise ona karşı daha dikkatli olmaktı.
Odadan çıkıp merdivenleri belirli bir tempoda indiğimde etrafıma bakındım. O sadist herif buralarda bir yerlerde olmalıydı ama ortalıkta görünmüyordu. Mutfağa girerek dolaptan birkaç parça yiyecek çıkarttım. Öleceksem de aç olarak ölmek istemiyordum.
----
Erik gözlerini kapattı. Oda soğuktu. Oturduğu sandalye her hareket edişinde gıcırdıyor, kendi beyninde duyduğu sesler giderek gıcıklaşıyor beynini kurcalıyordu. Alınması gereken bir intikam vardı ortada, ama bunu tam olarak nasıl halledeceğini bilmiyordu.
Bir yanı bu süreyi olabildiğince uzatmaya çalışırken diğer yanı hemen halletmesi gerektiğini haykırıyordu. Beyninin içndeki şeytanlar ona fısıldıyordu.
Ellerini iki kaşının üzerine koyarak orayı ovaladı bir süre, biraz yorgun hissediyordu hepsi bu.
Bulunduğu odanın içerisinde karşılıklı iki sandalye, ortalarında bir masa, kapının karşısındaki duvarda beyaz üçlü bir koltuk ve hemen yanında da üç gözü olan bir çekmece duruyordu.Masanın üzerindeki fotoğrafları alarak birkaç adım ilerledi çekmeceye kapattı ve kilitledi. Anahtarı cebine koymuştu. Canı sıkılınca gelebileceği birkaç yerden biriydi burası. Karnı aç değildi, bir yeri ağrımıyordu. Sadece yorgundu. Bu yorgunluk fiziksel değil ruhsaldı sadece. Geçmişten gelen bir yorgunluk.
İlerleyerek koltuğa uzandı ve dinlenmeye çalıştı. Beyninin içindeki çarklar hala çalışıyordu. Gerçekler beynini kemiriyorken hâla, şuan burada nasıl sakince durduğunu bilmiyordu. Gözlerini kapayarak bir süre ara verdi düşünmeye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İTAATKAR #Wattys2018
Novela JuvenilDominant köle ilişkisi ASLA yoktur. Kitap isminden öyle anlaşılabilir. Hepimizin içinde birer şeytan uyukluyor. Kimisininki uyanık, kimisinin ki de uyumaya devam ediyor. Şeytan gözlerini açtığı anda avuçlarına düşüyoruz, o avuçtan çıkmak için ona i...