Cihan? Ne alakası vardı? Beynime kondurduğu bu sorularla karşımda oturan Erdem'e bakıyordum.
"Cihan mı?"
"Ah aslında bunu bilmemeliydin. Ama tarafını seçtiğinde bir önemi kalmayacak"
"Ne yaptın Cihan'a"
"Ne yaptıysa kendine yaptı"
"Onu zorladın değil mi?"
Mecbur bırakmıştı Cihan'ı, Cihan benden özür dilemiş, üzgünüm demişti. Karşımda oturan lanet olasıca adam hayatımdaki bir kişinin daha ömrünü mahvetmişti.
"İkimizin de menfaati doğrultusunda oldu her şey. Ben onun isteklerini yere getirdim o da benim"
Cihan, Erdem'i nereden tanıyor olabilirdi ki ondan bir şey istesin. Üstelik neden bu pislik adamdan istemiş olabilir ki?
"Ne istedi?"
"Çok meraklısın"
"Taraf seçmem gerekmiyor muydu? Tarafımı seçmeye çabalıyorum"
Tabi ki asla Erdem'i seçmeyecektim. Buradan cesedim çıksa dahi onu seçmeyecektim. Bu intikama dahil olmayı kendim istemiştim ama bunu Bora için istiyordum. Bora için tüm işlere girebilirdim ama Erdem için kılımı kıpırdatmazdım.
Erdem'in yüzünde oluşan, tiksinçliğine tiksinçlik katan gülümseme küçük şeytanın mühimmat toplamasına sebep oluyordu. Biraz daha dayanamazsam ya kendimi camdan atacaktım ya da bu adamı atacaktım. Karışan duygularım sadece kötülük yüklüydü. Öfke, kin, nefret, öldürme isteği...
Hepsi bir yumak olmuş, parça parça birike birike çoğalıyordu.
"Mantıklı" dedi sonunda.
"Cihan senden ne istedi?"
"Önemli olan senin ne isteyeceğin"
"Cihan'ı sen mi öldürttün?"
Yan yana kullanmaktan dahi korktuğum bu iki cümleyi kullanmıştım. Cihan ve ölüm. Evet, Cihan ölmüştü ama ben bunu kabullenmemiştim. Bana göre Cihan'la hala konuşmuyorduk ve hala yaşıyordu. Ölümü ona yine de konduramamıştım.
"Tarafını açıklamanın vakti gelmedi mi sence de?"
Cevap vermemişti ama bu adamla oturup konuşmak bile herhalde üstün bir başarıydı.
"Benden ne istiyorsun"
"Ben senin canını istiyorum"
Bildiğim bu cümle yüzüme bir fırtına şiddetinde çarptığında neye uğradığımı şaşırdım. Belki korkum öfkemden büyük değildi ama azımsanamayacak kadar da az değildi.
"Seninle iş birliği yapmayı kabul edeceğimi düşünüyor musun cidden?"
"Kabul etsen de ben seninle iş birliği yapar mıyım? Bir düşün istersen" deyip göz kırptı. İkimizde ölümüne nefret doluyduk. Kalbim bedenimde şiddetli yankı uyandırırken, günlerdir şiddetini arttırıp azaltan titremem yine şiddetlenmiş, bir an olsun düzelmeyen kaşlarım yine öfke ile çatık haldeydi. Bu adamın nefretinin benim kadar olduğuna yemin edebilirdim. Yersiz ve manasız olan bu nefreti sonum olacaktı.
Buradan kesinlikle çıkmalıydım, ölmeden çıkmalıydım ama nasıl yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Masanın üzerindeki kristal sivri aksesuar şehvetle parlarken Erdem'e saplama duygusu içimde kabardı. Onu Erdem'e saplasam ne olacaktı ki? Erdem'i öldürebilecek miydim? Yine küçük şeytanın beynimde kurduğu ama bedenimin ve vicdanımın asla izin vermeyeceği bir olay söz konusuydu. Erdem ölse de ben buradan sağ çıkamayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN
General Fictionİnsanlar iki milyon soluk alıp verme, bir milyar kalp atışı, üç yüz milyon mide kasılması ve yirmi milyar göz kırpması arasında yaşar. Ben hayatımın tüm soluklarını, tüm kalp atışlarını, mide kasılmalarını ve göz kırpmalarını o günden sonra yaşadım...