Şık ve tatlı olan kız Bora'nın kolundayken yanındaki çocuğa bakıyordu. Bora'nın yanındaki çocuk kendisine göre biraz daha kısa, esmer, simsiyah gözleriyle çekici denilebilecek tipte olan ve Bora'yı tokatladıktan sonra kantinde beni Bora'nın gazabından koruyan çocuktu. İçeri girerken beni görmemiş olan Bora kızın elinden tutarak sandalyeye oturturken yanındaki çocuk Bora'yı iteleyerek kızın sandalyesini çekti.
Kıza karşı çok kibar ve tatlı davranan bu bir çift erkek, kibarlıkları sebebiyle gözümde büyürken, Bora'nın kızla kol kola içeri girmesi içime oklar saplıyordu. Yanında çok fazla güzel kız vardı ve Bora'da gayet çekici biriydi. Gözlerimi masalarına dikmiş onları izlerken garsonun gözlerimle masa arasına giren koluyla dikkatim dağıldı. Balıklarımız ayıklanmış ama şekilleri hiç bozulmamış bir vaziyette tabağımızdaydı.
Şansıma Bora benimle karşı karşıya gelecek vaziyette oturmuş yanında erkek arkadaşı ve onun karşısına kız arkadaşı oturmuştu. Kısa bir aralıktan sonra garsonu çağırıp şipariş verdiler. Bora'nın beni görebilmesi için benim tarafıma bakması gerekiyordu, tam olarak karşı masamda değildi ama yüzünü görebiliyordum. Balığımı soğutmamak için elime çatal ve bıçağımı alarak ilk parçayı balığımdan kopartıp çatalıma sapladım. Babam lokmasını yedikten sonra bana bakarak
"Anlat bakalım. Geldiğimden beri sohbet edemedik."dedi.
"Anlatacak pek bir şey yok aslında. Her şey aynı şekilde devam ediyor."
"Her şey mi? Hiçbir değişme yok mu hayatında?" deyip göz kırptı. Yalandan kaşlarımı çatarak
"Hayır tabi ki. Asıl sen anlat, iş değiştirmişsin o kadar." Diye karşılık verdim.
"Hm o mesele. Aslında on beş bin kadar bir maaş alıyordum zaten sende biliyordun."
O kadar maaş aldığını bilmiyordum. Yalnızca ücretinin dolgun olduğunu biliyordum. On beş bin lira alarak bana yalnızca yedi yüz elli lira yollaması kalbimi kırmıştı doğrusu.
"Sana aslında yaklaşık beş bin lira kadar yolluyordum. Dört bin kadarı nafaka olarak yatıyordu ve annen sana harcadığını söylüyordu. Nafaka yanında da harçlık yolluyordum."
Kafasını eğip balığını yemeye devam etti. Ben kafamı Bora'ya vermiş yanındaki kızın kim olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Kim olabilirdi ki? Kardeşi? Kuzeni? Masum bir arkadaşı? Hem bana neydi ki kimse kim. Babamla uzun bir aradan sonra baş başa vakit geçiriyordum, onda da Bora'yı düşünmeyecektim herhâlde. Balığımdan ard arda lokmalar alıp yemeğime yoğunlaştım.
"Iraz ben Cuma günü gitmek zorundayım tatlım."
Babam konuşurken çatalı bıçağı elinden bırakmış bana bakıyordu. Balığımı yemeyi bıraktım. İştahım bir anda kaçmıştı. Zaten sık göremediğim babam bir hafta olmadan beni bırakıp gidiyordu. Evde tek başıma kalacaktım ve artık ne Su'ya ne de tanıdığım birine yakındım.
"Ne kadar çabuk"
sesim kalbim gibi kırgın çıkmıştı. Çok çabuk bırakıp gidiyordu beni
"Biliyorum ama işlerim var canım. Senin de finallerin bitmek üzere benimle gel istersen tatil yaparsın."
diye cevap verdi. Şuan da buralardan uzaklaşmayı o kadar çok istiyordum ki. Bunu benden çok küçük şeytan istiyordu ama finallerim henüz bitmemiş, sonuçlar açıklanmamıştı. Üstelik Irmak geliyordu, Irmak'ı da bırakıp gidemezdim.
"Belki sonra." Tekrar yemeğime döndüm.
"Bana kırılma" diyerek sevecenlikle gülümsedi. Babama kırgınlığım en fazla bir gün sürerdi, o da çok nadir. Babama karşılık vermek için balıktan başımı kaldırıp babama bakacağım sırada Bora'nın masasına göz attım ve Bora'da bana bakıyordu. Masadaki kadehi tutmuş kadehle oynuyordu. Benim baktığımı görünce bana doğru gülümseyip hafifçe başını eğdi. Bende gülümseyerek karşılık verdim. Babama ne söyleyeceğimi unutmuştum. Küçük şeytan kafasını dövüyor, söyleteceği sözü hatırlatmaya çalışıyordu ama nafile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN
General Fictionİnsanlar iki milyon soluk alıp verme, bir milyar kalp atışı, üç yüz milyon mide kasılması ve yirmi milyar göz kırpması arasında yaşar. Ben hayatımın tüm soluklarını, tüm kalp atışlarını, mide kasılmalarını ve göz kırpmalarını o günden sonra yaşadım...