Arabanın gaz pedalına deli gibi yüklenmiştim. Yine evin arkasındaydım ama bu kez taş yoldan çıkmıştım ve Bora'nın arabasıyla. Aynadan tozların ve taşların havalandığı belli oluyordu. Hava karamış, yalnızca arabanın farlarıyla etraf görünüyordu.
Saat kaçtı? İlk başta aklıma telefonuma bakmak geldi. Telefonum? Çantam? Hiç biri yanımda değildi. Kimliğim, cüzdanım, telefonum... Arabanın saati 02.48 i gösteriyordu. Kaç saattir o evdeydim? Babamın uçağı 18.30'daydı. En fazla saat yedide kaçırılmıştım ve yaklaşık sekiz saattir Bora'nın evinde alıkonulmuştum. Telefonum olmadan Bora'ya ulaşamayacaktım. Evden çıkarken arkamdan geleceğini söylemişti. Aynadan arkamı sürekli kontrol ederken yavaşlamıştım.
Yol karanlık ve ağaçlarla kaplıydı, yürüme mesafesiyle durağa yetişmiştim önceki gelişimde. Karanlık ortamdan yola çıkmadan arabanın dörtlülerini yakıp kenara çektim. Deli gibi direksiyona vuruyordum ve bundan kendimi alamıyordum. Gözyaşlarımın muslukları sonuna kadar açılmış, boğazımdan haykıran sesler çıkıyordu. Anlamsızca bağırıyordum. Boğazım ağrımaya başlasa da bağırmayı kesmiyordum. İçimdeki tüm duyguları böyle kusabilir miydim? Kusmalıydım.
Başka bir şekilde atamıyordum içimden bu duyguları. Cihan'ın ölümünü kaldıramıyordum, Işıl ve Deniz'in ihanetini... Sevgisizliği kaldıramıyordum. Bora her an yanımda olsun istiyordum, her kötüleştiğimde beni kollarına alsın, kokusunu içime çekmeme izin versin istiyordum. Her şey düzelsin istiyordum. Bana imkansız gelen her şeyi istiyordum.
Sesim kısılmış artık sadece sesli bir şekilde nefesimi dışarı verebiliyordum. Ellerimi yüzüme koymuş gözlüklerimin altından gözyaşlarımı siliyordum. Sildiğim gözyaşlarının yerini yenileri doldursa da ısrarla siliyordum. Sırtımı koltuğa yaslamış önüme bakıyordum, sadece bakıyordum. Beynimdeki düşünceler bir anda yok olmuş önümdeki ufak ayrıntılara dikkat ediyordum. Her şey fazla anlamsızdı.
Aynadan çarpan ışık dikkatimi çekince ışığa doğru baktım. Tek lamba yanıyordu. Anlaşılan gelen bir motordu. Hızla arabaya yaklaşıp arabanın yanında durdu. Arabanın tam yanında motoru söndürüp durduran Bora kask takmamıştı. Yalnızca bir deri ceket giymişti ve yanında çantam vardı.
Arabanın kapısını açıp aşağı indim. Bora'da motordan inip önünden dolaşıp karşımda durdu. Sağ elindeki çantamı kolundan tutmuş bana uzatıyordu. Yorgun gözlerimle Bora'ya bakıp elindeki çantayı alıp koluma taktım. Teşekkür et diyen küçük şeytana sinirle dönüp, 'Neden beni kaçırdıkları için mi?' diye kızdım.
Bora "Bir şeyin var mı?"
"Yok. Hiçbir şeyim yok. Kaçırılıp sekiz saat alıkoyulmadım. Evin oğlu beni kurtarmadı. Evin oğlunun arabasıyla kaçmadım. Her şey yolunda yani!"
Son cümlede bağırmıştım. Artık kendimi tutamıyordum. Bora'ya her konuda sinirliydim.
"Ben o evin oğlu değilim!" aynı sertlikle karşılık vermişti ve konuyu kendi tarafına çevirmesi artık tahammül sınırını geçmeyi bırak tahammülü ortadan kaldırmıştı.
"Bana ne be. Bana ne? Hangi evin oğluysan oğlusun! Ne istiyorsun benden!"
İkimizde sinirle bağırıyorduk. Ellerimin acısı geçmemişti. Kafamda ki hiçbir soru cevap bulmamıştı ve şuan Bora'nın hangi eve ait olduğunu mu konuşacaktık?
Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı "Iraz. Kaçırılmanla ilgili en ufak bir bilgim yok. Sana bunu söylemiştim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN
General Fictionİnsanlar iki milyon soluk alıp verme, bir milyar kalp atışı, üç yüz milyon mide kasılması ve yirmi milyar göz kırpması arasında yaşar. Ben hayatımın tüm soluklarını, tüm kalp atışlarını, mide kasılmalarını ve göz kırpmalarını o günden sonra yaşadım...