28. Bölüm| Şırınga İzleri.

527 54 71
                                    

Uzun süredir yürüyordum. Nereye gittiğimi bilmeden, ayaklarım nereye götürürse, hayır nereye kadar dayanırlarsa o kadar yürümeyi planlıyordum. Adımlarım sık ve hızlıydı. Islak sokaklarda rüzgar gibi ilerliyordum. Bazen duvarlara çarpıyordum, kedileri karanlıkta korkutuyordum yürürken.

Sarhoştum.

Apaçık bir şekilde sarhoştum hemde. Uzun sokak sona erdiğinde kaybettiğim görüşümü ve dönen dünyayı unutarak dengemi bir defa daha bozuyor, en sonunda ayaklarımdaki hakimiyeti kaybediyordum.

Ellerim duvarların soyulmuş boyalarında dolanıyor. Ayaklarım gittikçe zayıflıyordu. Bir başka duvarı da ellerimle çizdikten sonra yalpalayarak sola dönüyorum en sonunda, adımlarım birbirine giriyor ve yere düşmekten çok kısa bir süre içinde kurtuluyordum, kendini bilmez birisi gibi görünmekten bir an bile kaygılanmayarak sokaklarda öylesine geziyordum. Bir avare, bir sarhoştan başka bir şey değildim nihayetinde. Ellerimle dengemi sağlamak için duvarlara tutunuyor, ellerimi başımın çevresine sarıp uzun bir çığlık atıyorum. Hiçbir bok umurumda değil şuan. Islak zemin beni kendine çekiyor ve bir an sonra yere otururken beynimin içinde dönüp duran tek bir kelimeyi kontrol etmeye çalışıyorum .

"Wonwoo."

"Wonwoo..." diyorum sesli bir şekilde.

"Wonwoo." Kelimeler bölük pörçük bir aksanla dudaklarımdan dökülürken iç sesim durmadan fısıldıyor.

"Wonwoo, Wonwoo,Wonwoo..."

Wonwoo, elbette Wonwoo. Her zaman Wonwoo'ydu. Ejderha'ya teslim olurken de Wonwoo'ydu, hastane odasında onun için ağladığım zamanda.

Gözlerimi karşımda duran eski binaya dikerken nefesimi tutuyorum. Sanırım uzun süre nefesimi tutarsam bayılma ihtimalim oldukça yüksek. Bu fikri uygulaması için beynime emir vermeyi deniyorum. Fakat beynimdeki hücreler bile sarhoş o saniyelerde. Keyifle gülüyorum. Şuanki halime, düştüğüm duruma, çektiğim sıkıntılara ve yanında olabilmek için ölmeye razı olduğum adamın, beni nasıl ortada bıraktığı gerçeği ile ağız dolusu kahkahalar atıyorum.

Ellerim yeniden saçlarıma gidiyor, parmaklarım onları kavrayıp çekerken gülmeye devam ediyorum. Gülüşlerimi yok eden hıçkırıklarım ortaya çıktığında boş gözlerimle etrafı inceliyorum. Az önce baktığım bu binayı aslında onuncu görüşüm. Her seferinde duvarına asılmış olan anlamsız propaganda afişinden bir parça yırtmıştım. Şuan ise afişte on tane yırtık nokta vardı. Sıcak sıvılar gözlerimden akarken sarsılarak ayağa kalkıyorum. Afişin önüne doğru ilerliyorum. Yırttığım parçalar öylece duvarın altında yatıyorlar. Onları gerimde bırakıp yavaş adımlarla az önce gürlediğim sokağa yeniden giriyorum. Bu sefer hızlı değilim, bu sefer sessiz de değilim. Yavaşım. Ağlıyor ve hıçkırıyorum. Ellerim iki yanımda öylesine boş sallanıyor ki, gözyaşlarımı silmek için yukarı bile uzanmıyorlar.

Adımlarım birbirini takip ettiğinde geldiğim noktaya baktım. On parça koparttığım afiş yeniden karşımdaydı. Afişi yeniden gerimde bırakıp yürümeye başlıyorum. Önünden geçtiğim binaları yeniden görmek içimde panik duygusu yaratırken boş sokakta yankılanan kahkaha sesi ile başımı o yöne çeviriyorum. Afiş hemen sağ tarafımda duruyor. Yeniden yanında duruyorum. Sanki ondan hiç uzaklaşmamış gibi, ona çekiliyormuş gibi.

Başımı kaldırıp kahkaha atan insanlara bakıyorum. Afişten ve benden bir kaç metre uzakta, birbirlerine sarılmış iki insan gülerek bize doğru geliyor. Bir an burnuma bir koku ulaşıyor. Beynim anında 'Wonwoo.' Diye isimlendiriyor kokuyu. Rüzgar birkaç kırıntı daha taşıyor burnuma. Ardından emin oluyorum. Onun kokusu bu. Buram buram Wonwoo kokuyor hava.

Love Race |Meanie.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin