Bölüm parçası: Selana Gomez, Hands To Myself.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar...Derinden gelen çocuk kahkahalarıyla gözlerimi açtım ve pencereden sızan güneş ışığının keyfini çıkardım.
Sancıların berbat ettiği dün geceden sonra rahat bir uyku çekebilmiş olmam ve saatlerimi çalan ağrının geçmiş olması biraz da olsa moralimi düzeltmişti.
Fakat bu, Şükran teyzenin yaşadığı acıları unutmuş olduğum ya da her anımdan haberdar olan bir sapık ile uğraşmam gerekeceği gerçeğini değiştirmiyordu.
Tüm bu can sıkıcı düşünceleri kafamdan defetmek adına, yatakta doğruldum ve başımı hızla iki yana salladım. Bu gün eve dönmemiz gerekiyordu; bu yüzden yüzüme sahte da olsa bir gülümseme yerleştirip, gitmeden önce kızının mutlu olduğunu göstermek istiyordum, Şükran teyzeye.
Bir tarafım, bu onu kandırmak diye bağırırken, diğer yanım ise; doğru, yanlış önemsemeden bu güzel kalpli kadını mutlu etmek istiyordu. Ve ben bu yanımın esiri olmuştum, ne isterse yapmaya hazırdım. Bu yüzdendir ki, yataktan doğrulup saçlarımı topladım ve yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsemeyle aşağıya indim.
Gördüğüm manzara yüzümdeki gülümsemeyi sahtelikten uzaklaştırırken, ufak bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.
Ali, Kaan'ın üzerine çıkmış, parmaklarını birleştirip, küçücük eliyle yumruk yapmıştı. Yumruğunu kaldırıp Kaan'ın yüzüne indirmeye hazır bir vaziyete getirdiğinde, "Son isteğini söyle köpek!" diye bağırdı. Sesi o kadar yapmacık ve tatlıydı ki, bir an için bu anın güzel bir rüya olduğunu düşündüm.
Kaan,"Haz-" diye söze başladığında, elindeki yaprak sarması dolu tabakla mutfak kapısında beliren Şükran teyzeyi fark etti ve kelimelerini düzelterek tekrar konuşmaya başladı.
"Anneni öpmek istiyorum" dediğinde, gözlerim kocaman oldu. Benim burada onları izlediğimden ne zaman haberdar olmuştu bu sorunlu?
Şükran teyze yüzünde munzur bir gülümsemeyle tekrar mutfağa döndü.
"İsteğin kabul edildi köle." deyip, Kaan'ın üzerinden kalktı Ali.
Kaan'da kanepeden kalkıp bana doğru yöneldiğinde, isteksizce bir adım geri attım. Gözlerindeki yaramaz ifade ondan kaçmamı zorlaştırıyordu. Aslında kaçmak aklımın ucundan bile geçmezdi, fakat her an elinde bastonuyla mutfaktan fırlayabilecek bir Şükran teyze varken ve henüz bu tarz şeyleri televizyonda bile görmemiş bir çocuğa kötü olmak hiç iyi bir fikir değildi.
Bir adım daha geri attım. Ama Kaan birkaç büyük adımda dibimde bitti. Son çare olarak, bir adım daha geri gitmek isterken, ayağım merdivene takıldı. Korkuluklara tutunarak düşmekten kurtulsam da, Kaan nefesini hissedebileceğim kadar yakınlaşmıştı. Bu nefesten kaçmak çok zor. Bir merdiven daha çıkmak isterken, güçlü kollarını belime sarıp bunu engelledi.
Bu yakınlık beni mahfediyordu. Biraz daha yaklaştığında, "Matkap gözlerini kapat" diye bağırdı Kaan. Ve o an Kaan'ın omuzları üzerinden, kanepedeki Ali'ye kaydı gözlerim. Kocaman olmuş gözlerle ve eşi bulunmaz bir merakla bizi izliyordu.
Kaan tekrar "Matkap!" diye kükreyince, sağ elini gözlerinin üzerine kapattı. Ama işaret ve orta parmağını aralayıp oluşan boşluktan bizi izlediğini görmüştüm. Ve bunu, bakmasa bile Kaan'da fark etmişti.
"Tamam o zaman, bu işi odamızda halledelim karıcığım!" diye yumuşak ve ihtiras dolu bir sesle konuştuğunda içimdeki korku kafdağına ulaştı.
Küçük elimi büyük elleri arasına alıp beni yukarıya doğru çekmeye başladığında, çaresizce ona ayak uydurmaya çalıştım.
Bizim kaldığımız odanın önüne geldiğimizde hızla kapıyı açtı ve kendisiyle beraber beni de odaya sürükleyip, tekrar kapıyı kapattı.
Sonrasında ise, sırtımı kapanan kapıda hissettim. Kaan ne ara dibime girmişti hatırlamıyorum bile. Ama şu an bedenime değen bedenini çok net hissettiğim, hatta bunun bana büyük bir zevk verdiğini inkar edemezdim.
Tekrar nefesi nefesim olduğunda, biraz geri çekilip, beni baştan aşağıya süzdü.
Sonra anlam veremediğim bir şekilde güldü.
"Şu kıyafetler içinde bile seni istediğime inanamıyorum." diye konuştuğunda, bunu daha çok kendine söylediğini fark ettim. Sanki bana karşı acizmiş ve bu yüzden kendine kızıyormuş gibiydi.
Sonrasında olanlar bir saniye bile almamıştı. Hızla bedenini benimkine yaslayıp, ellerini enseme koydu ve beni daha da kendine çekerek dudaklarıma yapıştı. Evet tüm bunlar o kadar hızlı gelişti ki, gerçekten bir saniyeyi bile bulmadı.
Islak dudakları her zaman ki gibi afallamama neden olmuştu. Fakat bu saniyeler içinde yok olurken, benden beklenmeyecek bir şehvetle, öpüşüne karşılık verdim.
Alt dudağımı kendi dudakları arasında mahkum ederken, yaşadığım hazzın etkisiyle, üst dudağını serçe ısırdım. Dudakları arasından soluğunu sertçe bırakırken beni , sanki mümkünmüş gibi daha da kendisine çekti.
İkimizin vücudu o kadar yakındı ki, her hücresini hissedebiliyordum. Sanki iki kişi ama tek bir beden gibiydik.
Zevkten titreyen bacaklarımdan dolayı düşmemek için, ellerimi sıkıca tuttuğum kapıdan ayırdım ve karşı konulmaz, yumuşak saçlarının arasına daldırdım. O kadar güzel, o kadar narin ve o kadar yumuşaktılar ki, parmaklarımı geçirdiğim saçlarını sertçe asıldım. Bu kez dudaklarının arasından hayvanı bir inleme dökülürken, alt tarafını hızla bana yasladı ve hissettiğim sertlikle çıkmasına mani olamadığım inlemem odada yankılandı.
Onu zor durumda bıraktığımın farkındaydım, kasıklarımda ki inanılmaz ağrıya ve vücudumda dolaşan haşin arzuya bakarsak benim de ondan farkım yoktu. Fakat daha fazla ileriye gidemeyeceğimizin de farkındaydım. Bu yüzden, uzaklaşmak için onu itmeye çalıştım. İşe yaradığı yoktu, üstelik Kaan'ın alt dudağımı sertçe ısırmasına ve benim de tekrar arzuyla inlememe neden olmuştu.
Dakikalar sonra nefessiz kaldığımda, dili ile dudaklarımı yalayarak uzaklaştırdı benden dudaklarını. Hem kalp atışlarımı düzene sokmaya çalışıp, hem sık aralıklarla nefes alırken, boynumda hissettiğim yumuşak ve ıslak dudaklar tekrar nefesimi kesti.
Lanet olsun ki bunlar çok güzel hissettiriyordu ve ben buna karşı koyamayacak kadar acizdim, Kaan için.
Başını boynumdan kaldırmadan, gömleğimin üstten birkaç düğmesini çözdü.
"Papatya gibi kokuyorsun, çok güzel."
Boğuk sesi boynuma çarpan nefesiyle beraber dudakları arasından boşluğa döküldüğünde, ellerimi terkrar saçlarına daldırdım ve onu kendime bastırdım.
O, ıslak ve yumuşak dudaklarıyla köprücük kemiğimin üzerine uzun, arzu dolu bir öpücük bıraktı.
Bu o kadar iyi hissettiriyordu ki, aklımı başımdan almıştı.
Düşünemez, konuşamaz, hareket edemez olmuştum.
Tek yaptığım: öylece durup dokunuşlarının verdiği inanılmaz hazzı iliklerime kadar hissetmekti.
"Sen de istiyorsun değil mi?" diye sorduğunda dilimi yutmuş gibiydim, ne hareket edebildim ne de ağzımdan bir kelime çıktı.
Köprücük kemiğime dişlerini geçirdiğinde, biraz acı, çokça zevkle inledim. Sanki yaşattığı işkence yetmezmiş gibi, kendimi kasmamdan dolayı, omzum ve köprücük kemiğim arasında oluşan çukura dilini sürttü.
Başını boynumdan kaldırmadan yüzüme baktı.
Gözlerindeki arzu hala kuvvetli, hala yakıcıydı.
"İstemiyor musun?" diye sordu, sesini zor bulmuş gibiydi.
İstiyorum, lanet olsun istiyorum, çok istiyorum.
"İstiyorum." diye fısıldadım. Ama onun duymuş olduğu yüzünde oluşan gülümsemeden belliydi.
Başını tekrar boynuma gömdü ve boynumun tam ortasına dişlerini geçirdi. Bu acıttığı için onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Ama sağ elini enseme çıkarıp, beni kendisine bastırdı ve ondan uzaklaşmama izin vermedi.
Sonrasında, ısırdığı yeri önce emdi, sonra öptü ve en sonda, dilini üzerinde gezdirdi.
Başını boynumdan kaldırdığında, öfkeyle ona bakmaya başladım. Bile bile canımı acıtmıştı.
Yüzü hala benimkine çok yakınken, "Ödeştik." diye mırıldandı.
İlk olarak ne demek istediğini anlamasam da, kafasını sola çevirerek boynunun sağ tarafındaki morluğu gösterdi bana.
Bu sabah uyanması için boynunu ısırmıştım ve boynundaki morluk benim eserimdi. Tek ve en güzel eserim.
Ona olan öfkem tuzla buz olurken, yüzümde sinsi bir sırıtışın belirdiğine emindim. Yüzlerimiz hala çok yakın olduğundan, parmak uçlarımda yükseldim ve başımı morluğa doğru yaklaştırdım.
"Yapma." dedi Kaan. Ama uzaklaşmamış yada beni engellememişti.
Bunu umursamadan boynuna, morluğun üzerine ıslak bir öpücük kondurdum.
"Sen dokunma." dediğinde ne demeye çalıştığını anlamasam da, işime devam ettim.
Dilimi eserimin üzerinde gezdirdiğim an bedeninin kasıldığını fark ettim.
"Sonucu hiç iyi olmayacak şeyler yapıyorsun." diye söylendi, sesinin titremiş olması benim için gurur kaynağı olurken, dediklerini önemsemeden, nefesimi, hala ıslak olan morluğun üzerine üfledim.
"Ne yaparsın mesela? Öper misin beni? Ya da, şu yatağa yatırıp-" başımla yatağı gösterdim ve dilimi morluğun üzerinde gezdirdim. Amacım onu daha da zorladıktan sonra odadan çıkıp yalnız ve çaresiz bırakmaktı.
"Sana yapmak istediklerimi bilseydin eğer, ayaklarını popona çarparak kaçıyor olurdun."
Korkumu ve heyecanımı belli etmemeye çalışarak konuşmaya başladım.
"Önce gömleğimi mi çıkarırdın? Belki de, parçalardın he? O sırada ben de senin kemerini çözmeye çalışıyor olurdum. Ve çıkardığımda da-" boynuna tekrar ıslak bir öpücük kondurdum. Titrek bir nefes verdiğinde, ellerini yumruk yapmış olduğunu fark ettim. Kendini sıkıyordu, çok fazla çaba harcıyordu bana dokunmamak için. Egom kafdağına ulaştığında, sesime biraz seksilik katmaya çalışıp tekrar konuşmaya başladım.
"Söylesene, ne yapmamı istersin? Dudakl-"
Bu kez sözümü yarıda kesmemin nedeni onu tahrik etmeye çalışmak değil, beni hızla kucağına alıp, tekrar kapıya yaslamasının verdiği şok ve heyecandı.
Ani hareketinden dolayı derin nefeslerimin arasında gözlerine bakabildim. Fırtına gibiydi koyu kahve hareleri; arzu, şehfet, istek ve hatta öfke. Tüm bu duygular fırtınayla beraber oradan oraya sürüklenirken, ne olduğunu çözemediğim bir duygu daha vardı kasıp kavuran fırtınanın içinde.
Tekrar bana yaklaştığında, gözlerimi kapattım ve o güzel dudakları hissetmeyi bekledim.
Nefesi giderek yaklasırken, vücuduma yayılmış olan arzunun büyüklüğünü tarif edebilecek her hangi bir kelime bulamıyordum.
Onu bu kadar istemem doğru değildi. Ona karşı bu kadar savunmasız olmam... Ona güveniyor olmam... Onu seviyor olmam da hiç doğru değildi. Bir bağımlıya, sorunları olan bir bağımlıya bu denli bağlanmam... Yanlıştı, kesinlikle çok yanlış.
Dudakları dudaklarıma değmek üzereyken aniden gözlerimi açtım ve göğsünden iterek onu uzaklaştırdıktan sonra, şaşırmış bir halde bana bakan Kaan'ın da yardımıyla, yere indim.
Amacım çok farklı iken az daha kendimi bu büyüye tekrar kaptırıp, amacımı tamamen unutacaktım.
İstediğim raddeye geldiği kanaatine vardığımda, ona biraz daha yaklaşıp, dudağının kenarına ufak ama etkili olduğunu düşündüğüm ıslak bir öpücük kondurdum.
"Bağlanmayacağın sevgilini bu kadar istemen çok garip." dediğimde, kızgın bir yüz ifadesine eşlik eden hızla inip kalkan göğsü ve çatılmış kaşlarıyla bana baktı.
Uzun zaman sonra gözleri ve yüzüne yeniden ifadesizlik maskesini taktığında, onu ele veren beden diliydi.
Yumruklarını öyle sıkmıştı ki, eklem yerleri bembeyaz bir vaziyet almıştı. Bunun yanında derin solukları öfkesinin hiddetini gösteriyordu.
Ama umursamadım, umursamamaya çalıştım. Boynunun sağındaki morluğun üzerini son bir kez daha öpmek için ona yaklaştığımda, kendini geri çekti.
"Çık." tek söylediği bu olmuştu. Öfkeliydi. Belki de amacımı bildiği halde kendini bu kadar kaptırdığı için kendineydi öfkesi.
Benden kaçmasını umursamadan biraz daha yaklaştım ve yapmış olduğum morluğun üzerinde dilimi gezdirdim.
Titrek bir nefes verdiğinde, henüz kurumamış olan saçlarımın üzerinde hissettim ferah nefesini.
Geri çekilip eserimi izledim. Hala yumruk şeklinde olan eller, alınan uzun soluklar ve ısırılmış dolgun dudaklar.
Eğer gerçekten bu benim eserim ise, ben eşsiz bir sanatçıydım.
Gözlerini üzerimden bir saniye bile ayırmadı. Sanki avına saldırmaya hazırlanan bir aslan gibiydi. Ceylanın fazla vakti olmadığını bildiğimden, dilimi iştahla dudaklarımın üzerinde gezdirdim.
"Sana kolay gelsin." deyip sırıttığımda, eğer biraz daha beklersem sonumun hiç iyi olmayacağını bildiğimden, çevik hareketlerle kapıyı açıp dışarıya çıktım.
Aşağıya indiğim de, evin her bir köşesini sarıp sarmalamış yemek kokusu karşıladı beni. Bu iştah açıcı kokunun yanında,
Scooby Doo izleyip kahkahalarla gülen Ali'nin sesi hiç sahip olmadığım bir huzuru yaşamamı sağlıyordu.
Kaan'ı yenmiş olmanın verdiği haz yüzüme aptal bir gülümseme olarak yansırken, bu evdeki son günümüz olduğunu bilmemin verdiği burukluk kalbimi acıtıyordu.
Kafamı iki yana sallayıp, kötü düşüncelerden kurtulduktan sonra, yüzümdeki gülümsemeyi güçlendirip mutfağa yöneldim.
Şükran teyze, tepsideki böreği fırına koyduktan sonra, karnıyarığı fırından çıkarıp aceleyle tezgaha bıraktı, takmış olduğu eldivene rağmen eli yanmış olmalıydı.
Eldiveni çıkardıktan sonra, elini aşağı yukarı sallarken bakışları bana değdi.
"Utanmıyor musun kız sen, annen yemek yaparken boş boş durmaya?" dediğinde, sesine sahte bir kızgınlık yerleştirmişti.
Kapı aralığında beklemeyi bırakıp mutfağa girdiğimde, Şükran teyze çatılmış kaşları ve kızgınlık yüklemeye çalıştığı yeşil gözleriyle bana bakmaya başladı.
"Öyle dikilip duracağına salatayı yap!"
Salata? Ben?
Hayatı boyunca eline sadece elma soymak için bıçak almış, onda da elini doğramış biri birazdan salata yapacaktı.
Tamam, bunu yapabilirdim.
Ya da yapamazdım.
"Yeşillikler dolapta." tamam teyzecim.
Buz dolabının kapağını açtığımda, alt bölümdeki yeşillikler çekti dikkatimi.
Marul, maydonoz, roka ve ne olduğunu bilmediğim bir sebze daha vardı. Bunu önemsemeden, dolapta bulduğum her yeşil şeyi tezgaha bırakıp, buz dolabının kapağını kapattım.
Ufak bir kesme tahtası, derin bir kap ve televizyonda görüp özendiğim, büyük, şef bıçaklarından bir tane aldıktan sonra yeşillikleri güzelce yıkadım ve işe koyuldum.
İlk olarak marulu doğramaya başlamıştım ki, bıçağı elime alır almaz sol elimin işaret parmağını kesmiştim bile.
"Ahhh!" diye acıyla feryad ederken, elimin kanayan bölgesine baktım, öyle büyük bir kanama değildi ama hem benim canım değerli olduğundan, hem de kandan korktuğumdan dolayı gereğinden fazla telaş yapıp deli gibi bağırmaya başladım.
Şükran teyze hemen yanıma gelip kanayan parmağıma peçete bastırdı ve sinirli sesiyle söylenmeye başladı.
"Aklın kocada kaldı, tabi kesersin oranı buranı. Madem aklın kalacak ne diye yarım bırakırsın ki? Bak ben rahmetliyi hiç k-" Şükran teyzenin farklı yönlere doğru giden konuşmasını kesen şey, Kaan'ın koşarak yanıma gelip, beni kollarının arasına alması oldu.
"Sana bir şey oldu sandım." hâlâ nefes nefeseydi.
Kapının girişinde, endişeli gözlerle ve yanımızda şaşkın gözlerle bize bakan Ali be Şükran teyzeyi önemsemeden konuşmaya başladım.
"Oldu zaten kocacığım."
Onun sormasına fırsat vermeden ben elimdeki peçeteyi çıkarıp parmağımı Kaan'a gösterdim.
"Bak elimi kestim, çok acıyor."
Kaşlarını çattı ve parmağımdaki minicik yaraya baktı.
"Bu muydu?" diye bezgin sesiyle sorduğunda, sıkı sıkıya sarmış olduğu kolları geri çekildi.
Kimse beni anlamıyordu.
"Evet bu, ya kan kaybından ölseydim, o zaman ne yapacaktın? "
Yüz ifadesi 'Saçmalama' der gibiydi.
"Tabi senin için hava hoş, yeni birini bulur, onumla evlenirdin."
Umutsuzca başını iki yana sallayıp çıkmak için kapıya yöneldiğinde, arkasından seslendim.
"Ben ölsem yeni birini bulur musun, Murat?"
Durdu, bekledi ve yavaş hareketlerle bana döndü.
"Kimse senin gibi olamaz Meleğim."
O an Melek ve Murat konuşuyor olsa da, ifade edilen şeyin benim için söylenmiş olduğunu anlamıştım. Ve o an içimdeki kelebek ordusu yeniden harekete geçti.
Sorunlunun teki de olsa seviyordum bu adamı.
Ve kimseyle paylaşmaya da niyetim yoktu.
****
Dün geceden beri aç olduğum için, ağzımdaki börek bitmeden oralarda bir yerlere yaprak sarmasını sığdırmaya çalışırken, Kaan'ın sesi ile, umutsuzca çiğneyişimi yarıda kestim ve dolu bir ağız ve meraklı gözlerle söyleyeceklerini dinlemeye başladım.
"Anneciğim bizim artık geri dönmemiz gerekiyor." dediğinde, ağzımdaki yiyecekleri karşımda oturan Ali'nin yüzüne püskürtmemek için zor tuttum kendimi.
Söylediklerinde bir sorun yoktu aslında. Sorun, kullandığı 'annecim.' kelimesinde ve söylerken gözlerinde beliren korku ifadesindeydi.
Şükran teyze kaşlarını çattı ve kızgın gözlerini benim, Kaan'ın ve Ali'nin üzerinde gezdirdi.
Maruz kaldığım baskın otoritenin vermiş olduğu gerginlikle seslice yutkundum.
Ama sadece birkaç saniye sonra munzur bir ifade belirdi yaşlı yüzünde.
"Demek gideceksiniz?"
Kinayeli ses tonuyla kurduğu bu cümlesi bir sorudan daha çok, tehdit eder gibiydi.
Ağızımdakileri zorlanarak da olsa yuttuktan sonra konuşmaya başladım.
"Gitmemiz lazım anne, hem şu aralar Murat'ın işleri çok yoğun. Umut'un desen okulu var. Bir daha ki ay tekrar geliriz olur mu?"
Son cümlemden sonra, Kaan kısmış olduğu gözlerini bana çevirdi.
Kısa süreli bir sessizlik oluştuğunda,
"Ben anneannemle kalırım." diye atladı Ali.
O çöplüğe tekrar dönmek istemediği ortadaydı. Kalbimde buruk bir tat bıraktı küçük bir çocuğun umutsuz çırpınışlarını izlemek.
"Olmaz oğlum okulun var, hem öğretmenin de çok kızar."
Kaan'ın öğretmen diye bahsettiği kişinin Ali'nin babası olduğunu anlamak zor değildi.
Asılmış suratı ve kırılmış kalbiyle, başını sallayıp önüne döndü Ali.
Kaan ona ne kadar sert davranırsa davransın, küsemiyor, kızamıyordu Ali. Bu da, aralarındaki ilişkide olan her şey gibi garipti.
"O zaman," dedi Şükran teyze ve ateş saçan gözlerini Kaan'ın üzerine dikti.
"Yapmak istediklerimi yapayım da, sonra gidersiniz."
Ne yapmak istediğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Bu yüzden ben de Kaan ve Ali gibi çatılmış kaşlar ve merak dolu gözlerle Şükran teyzeyi izlemeye başladım.
"Merak ettiniz değil mi, durun size göstereyim." dedikten sonra, yüzündeki sinsi gülümsemeyle beraber masadan kalktı.
Şükran teyze gittikten sonra Kaan'ın gözleri anında beni buldu.
"Ne yapacak?"
"Bilmem, belki de hepimizi bıçaklayıp öldürdükten sonra etlerimizi pişirip yer he?"
"Daha fazla saçmalamaya devam edersen o dediğini Şükran hanım değil ben yapacağım."
Cevap vermedim. Ve kısa süren bir sessizlikten sonra Şükran teyze elindeki kap ve beyzbol sopasıyla yanımıza geldi. O sopayı nereden bulduğu sorusunu sonraya erteleyip merak ve heyecanla yapacaklarını beklemeye başladım.
Ağır ve kendinden emin adımlarla yan tarafımda oturan Kaan'ın dibine kadar girdi ve yüzüne, filmlerdeki kötü karakterlerin meşhur, şeytani gülümsemesinden yerleştirdi.
Kaan'da benim gibi olacakları beklerken aniden kafasına dökülen un ile "Hay si-" diye bir tepkide bulunduğunda, cümlesini yarıda kesip bembeyaz olmuş kıyafetlerini incelemeye başladı.
Bunu yaparken saçları, gözleri, kaşları hatta kirpikleri bile bembeyazdı. Çatılmış kaşları ve ateş saçan gözlerini hemen yanı başında, ayakta duran Şükran teyzeye çevirdi.
Sinirliydi, öfkeliydi ve bir hayli de şaşkındı.
Karşısındaki bir bayan ve kendinden yaşça büyük biri olmasaydı bu kadar sakin kalabileceğine emin değildim.
"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" diye bağırdı ama bu durumda bile sesinin yüksekliğini kontrol altında tutmaya özen gösteriyordu.
Hiddetle sorduğu soruya aldığı cevapsa, masanın üzerinde duran sürahideki tüm suyun başından aşağıya boşaltılmasıydı.
Su bana da sıçramasın diye sandalyemle beraber geri cekildiğimde, Şükran teyzeden onaylar bakışlar almıştım.
"Siz delirdiniz mi?" diye sordu Kaan, yüzündeki suyu ve hamur parçalarını sildikten sonra.
Sesi bu kez daha yüksekti ve gözlerindeki ateşte daha yoğun.
Şükran teyze ise, bu soruya da cevap vermek yerine diğer eylemine geçti.
"Demek kızımı kaçırırsın ha? Dediğinde, Kaan ve Ali'nin hiç bir şey anlamadıklarına emindim. Ama bu cümle benim için çok şey ifade ediyordu. Gazetede okuduğum trajik haber aklıma gelince gözlerimin yeniden dolmaya başladığını hissedebiliyordum. Gözlerimi kırpıştırıp bu histen kurtulmayı bekledim.
Şükran teyzenin Kaan'ı Murat sandığı ve Murat'ta bir tanecik kızını kaçırdığı içindi bu öfkesi.
Ama yaşlı ve temiz kalbi kus kalarak değil, küçük işkenceler ederek yok etmeye çalışıyordu bu öfkesini.
"İç güveyisi gelsen ölür müydün, köpek?"
Şükran teyzenin sert ve öfkeli sesiyle düşüncelerimden sıyrılırken, Ali'nin şen kahkahalarını duymamak mümkün değildi. Gözlerimi ona çevirdiğimde, karnını tutarak Kaan'ın haline güldüğünü gördüm.
Şu an şahit olduğum görüntü çok güzel ve bir o kadar da komikti. Sanki yaşlı bir kadını kandırıyor gibi değil de, gerçek bir aile gibiydik; kayınvalidesiyle anlaşamayan bir damat, annesinin göz bebeği şımarık kız, dünya tatlısı ve çok zeki bir çocuk.
Marifetli ve kurnaz anneyi de unutmamak gerek.
"Siz ne diyorsunuz teyze?"
"Yaaa demek teyze oldu he, annendim hani?" dediğinde, Şükran teyze elindeki beyzbol sopasını Kaan'ın kafasına çokta sert olmayacak bir şekilde vurdu,
Ve o an ben yapmak isteyipte yapamadıklarımı Şükran teyze gerçekleştiriyor diye minnettar mı olsam, yoksa kafasına aldığı darbeden dolayı Kaan için üzülsem mi bilemedim.
****
"Ama kocacığım arabayı kirlettin, keşke sen duş aldıktan sonra çıksaydık yola." diye takıldığımda,
"Hazal kes sesini!" diye kükredi. Ama her yeri hamur içerisindeyken, söylediklerinin üzerimde herhangi bir korkutucu etkisi olmuyordu.
Arka koltuktaki Ali'nin kıkırtıları duyulduğunda, Kaan onu da sert bir şekilde "Matkap!" diyerek uyardı.
Ali anında sustu. Kaan'a olan sadakati ve hayranlığı görülmeyecek gibi değildi.
Birkaç saniye sonra Kaan'ın sesi tekrar yankılandı arabada.
"Bunak kadın, yaptıklarına bak."
Öfkesinin dinmemiş olduğu her halinden belliydi. Kaşlarını tekrar çattı. Ama sonra kaşının üzerindeki yara canını acıtmış olacak ki, yüzünü buruşturdu ve edepsiz bir küfür savurdu.
"Senin annenden de anca bu beklenir zaten." diye söylendiğinde, kıkırdamadan edemedim.
Başına beyzbol sopası yemiş birinin bu derece saçmalaması normaldir sanırım.
Evden kaçar gibi çıkışımız aklıma gelince yüzümde ufak bir gülümseme oluştu.
Şükran teyze Kaan'a uyguladığı işkencelerine bir son verdikten hemen sonra, Kaan direkt olarak telefona sarılmış ve kim olduğunu bilmediğim birinden arabasını getirmesini istemişti. Dakikalar sonra araba geldiğinde, Şükran teyzeye doğru düzgün bir veda bile edemeden evden ayrılmak zorunda kalmıştık. Fakat evden çıkmadan hemen önce, Yaşlı kadına, gelecek ay tekrar uğrayacağımıza dair söz vermiştim. Bu yüzdendir ki, Kaan bana fazlasıyla kızgındı.
Gelecek ay o eve tekrar geldiğimde onu da peşimden sürükleyeceğimi biliyordu. Ve haklı olarak tekrar işkence görmek istemiyordu.
Ali'nin "Abla" diyen sesiyle kendime geldiğimde, oturduğum koltukta arkamı döndüm ve "Efendim, canım?" diye yanıt verdim.
"Abim seni yukarıya çıkardığında öptü değil mi?" diye sorduğunda, tek yaptığım kocaman olmuş gözlerle onu izlemek oldu.
"Daha fazlası koçum." Kaan saatlerdir ilk defa keyifli çıkan sesiyle söylemişti bunu.
Kısmış olduğum gözlerimi ona çevirdim.
Bana göz kırpıp yola odaklandı.
"Hayır canım biz sadece konuştuk." dediğimde, "Ne konuştunuz?" diye sordu.
"Ne konuştuk hatırlamıyorum ama ben birkaç kez inlediğini duydum."
"Kaan!" diye kükredim, küçük bir çocuğa böyle şeyler söylemesi hiç hoş değildi.
"Yalan mı?" diye sordu başını yoldan çevirmeden.
"Gerçek olan başka şeyler de var; mesela seni nasıl zorladığım gibi."
Kaan kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı. Yüzündeki gülümseme solmuştu.
Ali'ye dönüp tekrar konuşmaya başladım.
"Kaan neden benden yarım saat sonra aşağıya indi biliyor musun?" diye sorduğumda, merakla başını iki yana salladı.
Tam ağzımı açmıştım ki, Kaan'ın sesini duydum.
"Hazal çocuğa kötü örnek olma."
****
"Sonra da kadın Kaan'ı bir güzel benzetti." diyerek konuşmamı bitirdiğimde, Emir, yerdeki mor renkli halının üzerinde tepinerek gülerken, Eslem'in ise uzun zaman sonra dişlerini göstererek güldüğüne şahit oldum.
Ali'yi Koma'ya bıraktıktan sonra bir mağazadan Kaan ve bana birkaç parça kıyafet almıştık. Ben mağazada üzerimi değiştirdiğim ve Eslem ve Emir'in karşısına o iğrenç kombinle çıkmadığım için şanslı sayılırdım. Ama Kaan duş almadan o kıyafetleri giyemeyeceğinden dolayı eve üstü başı hamurlu bir şekilde gelmiş ve Emir'in ağır şakalarına maruz kalmıştı.
En sonunda dayanamayıp kendini banyoya atmış, bir nevi kaçmıştı.
Şimdi ise, olan biten her şeyi biraz sansürleyerek iki arkadaşıma anlatıyordum. Onlara Kaan'la barıştığımızı ve yeniden sevgili olduğumuzu da söylemiştim. Ama Emir, Kaan'ın rezilliğiyle dalga geçmekle meşgulken ne dediğimi duymamıştı bile. Eslem'se sıcacık bir gülümsemeyle tebrik edip mutluluklar dilemişti.
Emir yuvarlandığı halının üzerinde oturur bir pozisyon alıp konuşmaya başladı.
"Sence de çok komik değil mi arkadaşım?"
Söz!erinin hedefindeki tek kişi Eslem'di.
"Evet öyle arkadaşım." diye yanıtladı Eslem.
Arladaş?
Olayları çözebilmek için bir Emir'e bir Eslem'e bakarken, yüzlerinde en ufak bir duygu belirtisi aradım. Fakat yoktu. Yüzlerine yerleştirdikleri sahte gülücüklerle, kurdukları her cümlede 'Arkadaşım.' kelimesini kullanmaya dikkat ediyorlardı o kadar.
Eslem ellerini dizlerine vurarak ayağa kalktığında, "Ben kahve alacağım, Hazal sen de ister misin?" diye sordu. Usulca başımı iki yana sallayarak yanıt verdim.
"Peki sen arkadaşım?" dediğinde bakışları Emir'i buldu, yüzünde yine nefret edilesi sahte gülümsemesi vardı.
Emir, "Hayır arkadaşım, ben de istemiyorum." dediğinde, Eslem hiç beklemeden mutfağa geçti.
Birkaç saniye arkasından bakıp, gittiğinden emin olduktan sonra, oturduğum tekli koltuktan kalkıp, Emir'in oturduğu büyük koltuğa yerleştim.
Ve ben sormadan onun anlatmasını bekledim. Öyle de oldu.
Ama söylediği tek şey, "Arkadaşız" oldu. Eslem gidince yüzündeki sahte gülümsemesi de solmuştu. Asık suratı ve sıkıntılı yüzüyle 'Moralim bozuk' diye bağırıyordu adeta.
"Her cümlenin sonuna arkadaşım kelimesini eklemekle arkadaş olunmuyor."
"Biliyorum." diye soluduğunda sesi biraz öfkeli çıkmıştı.
"Biliyorsun madem, neden bu saçmalığa bir son vermiyorsun?" diye sordum merak ve tedirginlikle.
"Ben ona seçenekler sundum ve o da arkadaş olmayı seçti. Şimdi kalkıp ben senin arkadaşın olamam diyemem." dediğinde, kafam iyice allak bullak olmuştu.
"Parça parça anlatmayı bırakıp, en başından, düzgünce anlatmaya ne dersin?"
"Anlatacak pek bir şey yok aslında... Onu tek yakaladığımda, 'Ben bu belirsizlikten ve senin bana karşı olan davranışlarından sıkıldım. Ya sevgilim ol, ya da arkadaşım.' dedim, onun verdiği cevapsa, 'Benim zaten bir sevgilim var, arkadaşım.' oldu. Ve yaklaşık on iki saat, kırk dakikadır da arkadaşız."
Eslem'i tanıyordum. İnsanlara karşı ön yargıları olan bir kızdı. Eğer o sert ön yargılarını yıkarsanız, en güvendiği, en sevdiği kişi olabilirdiniz.
Onu tanıdığım günden beri Yiğit'e karşı olan öfkesinin farkındaydım. Fakat o zamanlar bu ilgisini dışarıya vurmadı. Ne zaman ki Yiğit sahte bir kurtarma operasyonuyla Eslem'in kahramanı oldu, işte o zaman Eslem ilgisini gün yüzüne çıkardı.
İşte şimdi de, Emir'in yapması gereken tek şey, Eslem'in ön yargılarını yıkmaktı. Biliyordum ki, Eslem Yiğit'e karşı hissettiklerini, belki de daha fazlasını Emir'e karşı da hissediyordu.
"Peki sen nasıl hissediyorsun?" sorduğum soru karşısında birkaç saniyelik sessizlik oluştu. Fakat kısa bir süre sonra onun o sempatik sesini duydum.
"Tüm parasını Pembe'ye yedirip, Beterle evlenmesini izleyen Ethem gibi hissediyorum. Zor zamanlarında ben vardım yanında, şu an bile onu korumak için yanında ben varım. Ama hala Yiğit kadar değerli değilim onun için." verdiği örneğe gülümsemeden edemedim. Ve tam o anda elindeki kahve kupasıyla Eslem katıldı aramıza.
Sonra Emir'in sesi tekrar duyuldu.
"Söylesene arkadaşım?" dediğinde Eslem'in bakışlarının odak noktası olmuştu.
Devam etti.
"Hiç kendini çiçekli donunu gösterip Ethem'in paralarını sömürdükten sonra Beter'le evlenen Pembe gibi hissettiğin oluyor mu?"
Eslem'in kaşları çatıldı.
"Anlamadım arkadaşım."
"Hiç" dedi Emir, yeniden laubali tavırlarını takınmıştı.
"Sizin sınıftaki Burcu'nun sevgilisi yok değil mi?"
****
Yaklaşık yarım saat sonra Kaan başını tutarak aşağıya indiğinde, kendini tekli koltuğa bıraktı. Hemen oturduğum yerden kalkıp, onun oturduğu tekli koltuğun kolluk kısmına oturdum.
"Başın mı ağrıyor, masaj yapmamı ister misin?"
Cevap vermedi. Suskunluğunu 'evet' olarak varsayıp, ellerimi alnına yerleştirdim. Başını arkaya yasladığında, oturduğum yerden kalkıp koltuğun arkasına geçtim ve parmaklarımı beceriksizce hareket ettirmeye başladım.
"Ufff! Kafamın içinde filler grup takılıyor resmen."
Kaan'ın hiç bir şeyden haberi olmadığı için, Şükran teyzenin ona karşı olan öfkesi anlamsız geliyordu.
Ses çıkarmadan işimi yapmaya devam ettim.
Gözlerini kapattı ve yüzündeki memnuniyetsiz ifade biraz olsun dinmişti ama hala tam anlamıyla rahatlamış değildi.
Başını yasladığı yerden kaldırdığında ellerim boşlukta asılı kaldı.
"Bu böyle olmayacak benim bir şeyler içmem lazım." dedi ve oturduğu koltuktan kalktı. Sonra bana dönerek yeniden konuşmaya başladı.
"Evden dışarıya çıkmayacaksın ve Emir'in yanından da ayrılmayacaksın." dedi koltukta, horlayarak ve poposunu kaşıyarak uyuyan Emir'i göstererek.
Sonrasında beni kime emanet ettiğini anlamış olacak ki,
"Siktir et ben Mert'i ararım buraya gelir." dedi.
Sonrasında kapıya yöneldiğinde, ben de peşine takıldım.
"Ben de geleceğim."
"Hayır." deyip kestirip atmaya çalışsa da, inatçılığımın üstesinden gelemezdi.
Hiç bir şey söylemeden portmantodan siyah deri ceketimi alıp üzerime geçirdim. Kaan ise buraya gelmeden önce aldığımız haki tonlarındaki kapişonlu ceketini giymişti.
Benim hazırlandığımı fark ettiğinde, gözlerinde beliren öfke görülmeyecek gibi değildi. Zira korkmuştum da ama bunu ona belli etmeye hiç niyetim yoktu.
"İçeriye gir Hazal." dedi her kelimenin üzerine bastırarak.
Benim ise yaptığım tek şey başımı iki yana sallamak oldu.
"Hazal!" diye bağırdı tekrar. Ve o an korkudan ölebileceğimi fark ettim.
"Ben senin bağlanmayacağım sevgilin değil miyim, gelmek istiyorum." dedigimde, 'bağlanmak' kelimesine özel olarak baskı yapmıştım. Zira artık bu iş fazlasıyla canımı sıkmaya başlamıştı. Bu oyun büyük bir saçmalıktan ibaretti ve bunu bile bile ikimizde devam ediyorduk.
"O cümleyi kurduğum güne lanet olsun. Ve sen gelmiyorsun."
"Eğer seninle gelmeme izin vermezsen sen gittikten sonra evden çıkar, bir bara gidip deli gibi içerim. Ve bilirsin, sarhoş ve yalnız bir kız erkeklerin ilk hedefi olur."
Verdiği cevap netti.
"Götün yemez."
Kullandığı edepsiz kelimeden dolayı gözlerimi büyütsem de, cevap vermekten geri durmadım.
"Bensiz o bara git ve bak bakalım yiyor mu, yemiyor mu?"
"Yapamazsın. Hem yalnız gitmem neden bu kadar umrunda?"
"Yapamaz mıyım? Bana kim engel olacak, şu an içeride poposunu kaşıya kaşıya uyuyan Emir mi, yoksa kafasını ders kitabına gömdüğünde dünyadan haberi olmayan Eslem mi?
Ayrıca bağlanmayacak da olsam sen benim sevgilimsin. Öyle yerlere yalnız gitmeni istemiyorum. Dediğimde, konuşmak için ağzını açmıştı ki, yeniden konuşmaya başlayarak onu susturdum.
"Söylesene ben tek başıma bara gitmek istesem izin verir miydin?"
"Saçma sapan konuşma ben bir erkeğim ve kendimi koruyabilirim."
"Her neyse, eğer şimdi bu evden bensiz çıkarsan kendi başıma eğlenirim.
Gözlerini kıstı ve derince, titrek bir nefes bıraktı dudaklarının arasından. Öfkeli olduğu koyu kahve harelerinde yanan ateşten belliydi.
Ve son söylediği şey,
"Yürü başımın belası," oldu.
****
Kaan arabasını yıkatmaya gönderdiği için, dar ve karanlık sokakları geride bırakarak geçirdiğimiz uzun bir yürüyüşten sonra, rengarenk ışıklarla süslenmiş, kapısında iri yarı adamlar olan ve içeriden yüksek ses electro müzik sesi gelen bir yere geldik.
Kaan hiç beklemeden ve kapıdaki adamları önemsemeden içeriye girerken, evden çıkarken tuttuğu ve yolculuk boyunca da hiç bırakmadığı elim sayesinde beni de peşinden sürükledi.
İçeriye girer girmez müzik sesi artarken, elimle kulaklarımı kapatma isteğimi bastırmaya çalıştım.
Barın tavanını bir bulut gibi kaplayan sigara dumanından dolayı nefes almak güçleşmişti. Çalan müzik eşliğinde deli gibi dans eden insanlar ve birbirine yapışmış vücutlar gerçekten iğrenti.
Bedenime değen bedenlerden sıyrılmaya çalışarak kalabalığı geçtiğimizde, ufak masanın etrafına yayılmış geniş ve rahat koltuklara bıraktık kendimizi.
Sitresten ve biraz da sıkıntıdan dilim damağım kurumuştu. Kaan'dan içecek bir şeyler almasını isteyecektim ki, başını geriye yaslamış ve rahatlamak istercesine gözlerini kapatmış olduğunu gördüm.
Kaan garip bir çocuktu. Baş ağrısından kurtulmak için asıl baş ağrıtıcı yere gelmişti.
Onu rahatsız etmemek için içecek istemeyi sonraya erteleyip, deli gibi zıplayan, öpüşen ve birbirlerine sürtünen insanları izlemeye başladım. Giydikleri ultra mini eteklerle ve göbeklerini açıkta bırakan üstlerle hepsi aynı kıyafetin farklı tarzlarını giymiş gibiydiler.
Bense, siyah, dar pantolonum, beyaz kolsuz gömleğim ve siyah deri ceketimle oldukça kapalı ve farklıydım.
İnsanları izlemeye devam ederken tüm bu kalabalığın arasından bir çift mavi gözle birleşti gözlerim.
Sarışın, mavi gözlü, güzel bir kız ilgiyle Kaan ve benim olduğum masayı izliyordu.
Bu garip olsa da, fazla üzerinde durmadım. Ve ben de Kaan gibi arkama yaslanıp gözlerimi kapattım.
Ancak sadece birkaç dakika sonra, tüm bu gürültüye rağmen Kaan'ın adını seslenen bir kadın sesi duyuldu.
Gözlerimi aralayıp başımı kaldırdım.
"Kaan inanamıyorum bu sen misin?"
Kaan yasladığı yerden başını kaldırıp hemen başucumuzdaki sarışın kıza baktı.
Fizik olarak birbirimize benzesekte, benimki gibi tatlı bir yüze değil, güzel hatta seksi bir yüze sahipti. Gerçek sarı saçları ve masmavi gözleriyle 'ben buradayım' diye bağırıyordu adeta.
Üstelik üzerine geçirmiş olduğu kırmızı, mini etek ve siyah, göbeğini açıkta bırakan bluz onu olduğundan daha çekici göstermişti.
"Ebru?"
"Ta kendisiyim."
"Çok değişmişsin." dedi Kaan şaşkınlıkla.
"Sen de öyle valla taş gibi olmuşsun." kızın konuşmalarına bakılırsa eskiden bayağı samimilerdi.
Kaan sadece gülümsemekle yetindiğin de, kısa süreli bir sessizlik oluştu masada. Bu sürede adının Burcu olduğunu öğrendiğim kız ilgiyle Kaan'ı süzmeyi bırakıp koltukta Kaan'ın diğer tarafına oturmuştu. Ben de Kaan'a yaklaşıp, "Susadım." diye söylendim. Bana verdiği cevap 'Git kendine vişne suyu al' oldu.
Ne yani, bu kızın yanından ayrılmamak için bana içecek almaya gitmiyordu öyle mi?
Burcu Kaan'a biraz daha yaklaşıp konuşmaya başladığında, söylediklerini duyabilmek için Kaan'a biraz daha yaklaştı.
Başarılı olmuştum da.
"Benim geri döndüğümü ona söyleme olur mu?" diye yalvardı kız.
'O' diye bahsettikleri kişi kimdi?
"Merak etme artık onunla isim yok, olsa da söylemezdim zaten."
Kaan sesini kısma gereği duymadan söylemişti bunu.
"Biliyorum söylemezdin ama yinede korkuyorum işte."
"Merak etme o günler geride kaldı. "
Kız minnetle gülümsediğinde, zaten alt üst olan sinirlerime hakim olabilmek adına oturduğum yerden kalkıp, içecek bir şeyler almaya gittim.
Onun benden başka bir kızla bu kadar samimi olması sinirlerimi bozuyordu. Kim bilir belki de eski sevgilisi falandı. Yada çocukluk aşkı.
Elindeki havlu ile viski bardağını kurulayan barmen kibarca gülümseyip, "Ne istersin" diye sordu.
"V-" dediğimde, kendimi durdurdum. Hayır Vişne suyu değildi, biraz kafamı dağıtıp rahatlamam lazımdı.
"Votka"
Memnuniyetle gülümseyip işine geri döndüğünde, ben de biraz ilerideki Kaan ve sarışın kızı izlemeye başladım.
Kız gülerek elini Kaan'ın omzuna koydu. Bu halleri iki eski sevgiliden daha çok iki eski arkadaşı anımsatsa da, içimdeki öfke dinmek bilmiyordu.
"İsteğin." barmenin sesiyle beraber başımı ona çevirdim ve masanın üzerine bıraktığı ince bardaktaki renksiz sıvının hepsini içtim. Berbat bir tadı vardı. Ama kafamı dağıtmam lazımdı.
Bardağı masaya bırakıp başımı tekrar Kaan'a çevirdim. Kendi hallerinde sohbetlerine devam ederken, Kaan'ın gözleri beni buldu ve yanındaki kıza başıyla beni gösterdi. Kız bir şeyler söyledikten sonra ikisi de kahkahalar atarak gülmeye başladılar.
"Bir tane daha." dediğimde, barmen masaya bıraktığım bardağı aldı ve yenisini doldurup geri koydu.
Hiç beklemeden onu da fon dip yaptığımda, barmenin sesini duydum tekrar.
"Yavaş ol çarpar."
Biraz başım dönmeye ve midem bulanmaya başlamıştı ama buna çarpmak denilemezdi.
"İşine bak."
"Seni evine götürecek biri yoksa bu kadar hızlı içmemelisin."
"Hangi hızla içtiğim seni ilgilendirmez. Hem sevgilim var benim. O götürür beni evime."
Biraz saygısızlaşmaya ve patavatsızlaşmaya başlamıştım ama bu da çarpmak sayılmazdı.
"Bak" dedim işaret parmağımla Kaan'ı gösterirken.
"Hani şu sarışın kızla konuşan odun var ya, işte o benim sevgilim."
Gösterdiğim yere baktı ve sahte bir gülümseme eşliğinde, başını salladı sadece.
"Biliyor musun, biz birbirimize bağlanmayacağız."
Beni dinlemediği ortadaydı ama ben yine de konuşmaya devam ettim.
"Ama ben onu seviyorum."
Burnumu çektim.
"Vallahi bak"
****
Yatağım kadar rahat olmayan bir yerde yarım yamalak açtım gözlerimi. Ve gördüğüm ilk şey Kaan'ın öfke dolu gözleri oldu.
"Ahhh! Kocacığım hadi yatağımıza götür beni."
"Kes sesini ve gözlerini de kapat." diye kükredi beni merdivenlerden çıkarırken.
"Ama aşkım neden kızdın ki şimdi?"
"Sana vişne suyu almanı söylemiştim votka değil."
Kollarımı boynuna doladım.
"Ben vişne suyu istemiştim, kesin o sapık barmen kandırdı beni. Vişne suyuma içki döküp beni kötü emellerine alet edecekti. Ama benim kütükman'im beni kurtardı. Yaşasın tüm kütükler!" diye bağırıp, yumruğumu havaya kaldırdığımda, Kaan odamın kapısını açmıştı bile.
"Kahrolsun geri zekalılar." diye ekledi bana bakarak.
Söyledikler kafamın içinde dönüp dolaşıyor ama bir anlam kazanmıyordu. Sanki saçma sapan bir rüyanın içindeymiş gibi hissediyordum kendimi.
Beni usulca yatağa bırakıp geri çekildi. Fakat kollarımı boynuna dolayıp izin vermedim.
"Nereye aşkım."
"Üzerini değiştirmemiz lazım. Gardıroptan kıyafet alacağım."
"Neden ki? " diye sordum ama vereceği cevap umurumda değildi.
"Çünkü altına yaptın."
"Ne!" diye bağırarak doğruldum yatakta.
"Bu doğru değil, ben altıma yapmam. Yaptıysam bile eğer ağzını acarsan seni öldürürüm. Önce bıçaklar sonra da deniz-"
"Kes sesini, sadece kustun." dedi. İçim biraz olsun rahatlamıştı.
Birkaç dakika sonra elinde elinde kıyafetlerimle gelince, önce beni doğrulttu, sonra düğmeleri çözüp gömleğimi çıkardı. Ama bir süre sonra hareketleri yavaşladı ve durdu.
Yarı kapalı gözlerimi aralayıp baktığımda, bir aslanın ceylana baktığı gibi açlıkla vücudumu izlediğini gördüm.
"Kırmızı sever misin sevgilim?" diye sordum baş parmağımı kırmızı dantelli sütyenimin lastiğine geçirip.
Cevap vermedi.
"Bu sütyeni hatırladın mı, bu sabah almıştın."
Evet der gibi başını salladı, sonra gözlerini sıkıca kapatıp birkaç saniye sonra geri açtı.
Kendini dizginlemeye çalışır gibi bir hali vardı.
Derin bir soluk aldıktan sonra dişlediği dudaklarına takıldı gözlerim.
Vücudum benden izinsiz harekete geçtiğinde kendimi durdurmaya çalışmadım. Ona yeteri kadar yaklaştığımda durdum ve onun beni öpmesini bekledim.
Gözleri dudaklarıma kaydı ve dudakları istekle sekil aldı. Bana biraz daha yaklaştı. Ama sonra durdu. Nefesi dudaklarıma değerken bu yaptığı işkence gibiydi.
Gözlerini kapatıp biraz geri çekildi ama sonra yine durdu.
Kararsız gibiydi.
Nefesimi dudaklarına üfledim bu işkenceye bir son vermesi için.
Gözlerini aralayıp dudaklarımı izledi.biraz daha yaklaştı. Ama sonra aniden kendini geri çekerek ayağa kalktı.
"Üzerini kendin değiştirirsin. Değiştirmezsen de böyle uyu.
İkimizin de sağlığı için bu gece salonda uyuyacağım." dedikten sonra çevik hareketlerle odadan çıktı.
Ona söylemek istediğim çok şey vardı ve bu gece bulanık zihnimi bahane ederek ona düşündüğüm her şeyi söyleyecektim.
Fakat alkolün vermiş olduğu uyuşukluk hissi yerimden kalkmama bile izin vermezken, aşağıya inmem imkansızdı.
Bu yüzden şifonyerin üzerindeki telefonumu elime aldım ve whatsaapa girip sorunlu yazısının üzerine tıkladım.
İçimdeki tedirginliği yok etmeye çalışıp yazmaya başladım.
"Bana bak sorunlu, senin bu saçma sapan 'bağlanmak yok' oyunundan da, bana böyle davranmandan da çok sıkıldım."
"Hani diyorsun ya 'Bağlanmak yok' diye işte bu saçmalığın daniskası."
"Ben sana çoktan bağlandım bile."
"Bana dokunduğunda kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyorum."
"Yanında başka bir kız gördüğüm zaman bir katil olabileceğimi düşünüyorum. Cidden."
"Ben seni seviyorum."
"Çok seviyorum."
Sonunda bitti.
Üzgünüm ama hikaye genelinde oy sayısı artmadan yeni bölüm gelmeyecek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SORUNLU
Teen FictionGenç bir adam; karanlık bir depoda, ruhu gibi eski eşyaların arasında, hayatında birçok kez tattığı, tanıdık acıyı çekiyor. Deli gibi titriyor, boncuk boncuk terliyor ve her seferinde ölüme biraz daha yaklaşıyor. Ağzından çıkan yeşil sıvı, onun...