Sabah genç kız karmakarışık rüyalar görerek uyandı. Rüyaları daha ziyade Berrington'daki dairesinde güzelim eşyalarını tekmeleyerek parçalayan Edward üzerineydi. Uyandığında gerçekmiş gibi net hatırladığı görüntülerin verdiği sezgiyle Dük'ün bugün yarın geleceğini hissetti. Aceleyle giyinip kahvaltıdan önce Prudence'i ziyarete gitti ve hissettiklerini onunla paylaştı.
- Hayatım, neden tedirgin oluyorsun? Gelirse gelsin, biz haftalardır onu beklemiyor muyuz zaten? Yalnız değilsin, bak, hepimiz senin yanındayız.
- Elimde değil, nasıl davranacağımı bilemiyorum. Öfkesi yıkıcı olacak, bana ya da daha kötüsü sizden birine zarar verecek diye korkuyorum. Berrington'a mı dönsem acaba?
- Elizabeth, lütfen. Bir his uğruna o kadar hazırlandığın nişan balosunu bırakıp gidecek misin? Hem Edward kimseye bir şey yapamaz, yapmaz da zaten. En fazla genç Kendall'ı düelloya davet edebilir.
Prudence son cümlesini gülerek söylerken Elizabeth gözlerini kocaman kocaman açtı.
- Neden öyle bir şey yapsın ki?
- Şaka yaptım tatlım. Genç adam ilgisini zaman zaman gizleyemiyor. Prensesin doğum gününde olduğu gibi Meg'in nişanında da seninle defalarca dans etmeye kalkışırsa kocanın kulağına gidebilir. Neyse, sen bunlara takılma. Anın tadını çıkar. Edward'ı rüyanda değil de gerçekten karşında görünce düşünürsün. Haydi şimdi kahvaltı edelim.
Kahvaltıdan sonra eve dönünce Meg kuzenini kolundan çekiştirdi.
- Sabah sabah nereye kaçtın sen?
- Kontes Prudence'in yanındaydım.
- Lord Welles uğradı, öğleden sonra nehir kıyısında piknik yapacakmışız.
- Haberim var, Cummingslere de geldi. Alfred gelecek miymiş?
- Lord Arthur'a soramadım, suratsızın teki. Sen olsaydın sorardın. Şimdi kalkıp evlerine gidemem ki.
- Haydi gel çimenlikte yürüyelim. Belki Lord Welles'e rastlarız.
Kızlar kolkola girip evin ön tarafındaki geniş yeşil alanda yürüyüşe çıktılar. Arthur ile George'u ötede sohbet ederken görünce o tarafa yöneldiler. Beyler kızları görünce neşeyle selamladılar. Kızlar da aynı neşeyle karşılık verdiler.
- Marki Hazretleri, davetli listesinde Meg'in nişanlısı var mıydı acaba?
- Evet, bizzat gidemedim ama davetiye yazıp gönderdim. Merak etmeyin, mutlu çifti ayıracak değilim.
George lafa girdi.
- Kendi mutsuzluğumu başkalarına bulaştırmam diyorsun.
Elizabeth, George'a şaka yaptığını bilse de sitem etti.
- Lordum, arkadaşınızın mutsuzluğunu komik mi buluyorsunuz. Doğrusu sizin gibi bir beyefendiye yakışmıyor.
- Hayatım, hiç merak etme. Senin asık suratlı nişanlın gelince, senin mutsuzluğunla dalga geçer, Arthur'u rahat bırakırım. İki ay geçti, orada ebediyen kalmaya karar vermediyse bu yakınlarda döner herhalde.
- Ah, ne hoş. Umarım mutsuzluğumla bizzat Dük Hazretleri'nin yanında dalga geçersiniz de kendisi sizinle yakından ilgilenir o zaman.
- Gelişi yaklaşınca birden nişanlının tarafına geçtin gibi. Hani Çin'e elçi olarak gitsin istiyordun? Arthur dikkat et, bir araya geldiklerinde korkunç bir ikili olacaklar, demedi deme. Bu kız bizi canavar nişanlısına yem yapacak.
- Edward'ı iyi tanırım dostum. Kendini sakınsan iyi edersin.
- Ben harcanırsam seni de harcarım. Eliza'ya vals yapmayı kimin öğrettiğini hemen söyleyiveririm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİNİ DİNLE
Historical FictionTAMAMLANMIŞ HİKAYE WATTYS 2016 KAZANANI TARİHİ KURGU 1. KİTAP Yaşlı Dük ölüm döşeğinde bile torununu rahat bırakmıyordu ama bu son oyunu kazanamayacaktı. Berrington malikanesi Edward'ın ömründe değer verdiği tek şeydi ve onu kaybetmeyecekti. Kadınl...