Victor genellikle gördüğü her kadına potansiyel sevgili gözüyle bakardı. Ama bu kız gözlerinin görüp görebileceği en nadide güzellik olmasına rağmen genç adama, sarı saçları, mavi gözlerinin masum bakışları, sevimli yüzüyle canından çok sevdiği kız kardeşlerini hatırlatmıştı. İki kız da evlenip çoluk çocuğa karıştığı için onları çok sık göremiyor, özlüyordu. Aslında Edward'ın onlardan biriyle evlenmesini çok istemişti zamanında ama arkadaşı, hiç olmayan kardeşleri yerine koyduğu bu kızlara alıcı gözüyle bakmayı kesin bir dille reddetmişti. Şimdi Elizabeth'e bakarken, içine dostça bir sıcaklık yayılan Victor, kızın inci gibi dökülen gözyaşlarını narin elleriyle silip cesur olmaya çalışan küçük bir çocuk gibi gülümsediğini görünce memnun oldu.
- İşte böyle Elizabeth, cesur olmalısın.
- Cesur mu? Ne için cesur?
Edward'ın tehlikeli sesi salonda çınlayınca, kapıldıkları duygu dünyasından aniden çekilip çıkartılan iki genç, dolaptan şeker aşırırken yakalanan yaramazlar gibi korkuyla yerlerinden sıçradılar. Victor arkadaşının öfkesine alışkın olduğu için çabuk toparlanarak sükunetle ayağa kalktı. Ama Elizabeth gerçekten korkmuştu, karşısında gece karası saçları, tehlikeli bakışlarıyla korkunç bir panter gibi görünen adam koca salonda kendisine doğru yaklaştıkça dehşetle açılan gözleri büyüdü, büyüdü ve yüzü kocaman bir çift mavi gözden ibaretmiş gibi göründü. Kolay değil, daha iki gece evvel dayısından fena şekilde dayak yemiş olan genç kız, Lord Stanford'dan yüz kat daha güçlü ve öfkeli görünen bu adamdan korkmasın da ne yapsındı? Hiç bir şey düşünemiyor, kaçıp gitmek istiyor ama gidemiyordu. Tek yapabildiği adam aralarında üç dört adım mesafe kalana kadar yaklaşıp durunca dizlerinin titremesini yok sayarak ayağa kalkmak oldu. Kendisini yemeye hazırlanan korkunç bir avcının bakışlarına kitlenip kalmış bir ceylan gibi çaresiz duruyordu.
- Edward, Elizabeth'le tanış. Ve öyle bakmaktan vazgeç lütfen, yoksa korkutup kaçıracaksın. Ne için cesur diye soruyorsun bir de. Şu haline bak, bazen ben bile korkuyorum senden.
- Ben kimseyi burada zorla tutmam. Gitmek isteyen gidebilir.
- Öyle deme, daha iyisini kesinlikle bulamayız. Biraz nazik olmaktan kimse ölmemiş daha dünyada. Elizabeth, seni dünyanın en ürkütücü işvereni olmaya aday Lord Edward Berrington ile tanıştırayım.
Elizabeth, sarsak görünmemesi için dua ederek reverans yaptı. Lord Berrington korkunçtu, evet, ama Lord Stroker kadar olamazdı, birinin bakışlarında saf öfke, diğerininkilerde kızın anlamlandıramadığı, tiksindirici bir şeyler vardı. Ah, bir de ne iş yapması gerektiğini bilseydi. Sakinleşip akıllıca davranmaya çalışması gerekiyordu. Reveransını tamamlayıp doğrulduğunda başını kaldırıp adamın yüzüne baktı. Lord'un gözlerindeki yakıcı öfkenin yerini soğuk, karşısındakini ölçüp tartan, anlamaya çalışan bir ifade almıştı. Adamın biraz sakinleşmiş olduğunu umarak konuştu.
- Adım Elizabeth Goodwill, efendim. Londra'ya yeni geldim. İş arıyordum. Bayan Livingstone bana yardımcı oldu ve buraya getirdi. Siz... bana nasıl bir iş vereceğinizi söyleyebilir misiniz lütfen efendim.
Edward'ın kafası allak bullak olmuştu. Bu kız nereden çıkmıştı, neydi böyle? Bir melek güzelliğinin içinde sinsi bir şeytan mı gizliydi? Odaya girdiğinde Victor'la gülüşüyorlardı, daha tanışalı kaç dakika olmuştu ki samimiyeti bu kadar ilerletmişlerdi? Şimdi de yüzüne diktiği masum bakışlarıyla sanki çok normal şeylerden bahsediyormuş gibi "Bayan Livingstone bana iş buldu, Bayan Livingstone bana yardım etti" deyip duruyordu. Kızı omuzlarından tutup sarsa sarsa "Senin Bayan Livingstone'la ne işin var, kadın?" diye bağırmak istiyordu.
Elizabeth, Lord Hazretlerinin gözlerinde yeniden şimşekler çakmaya başladığını fark edince susup yardım istercesine Victor'a baktı. Victor kızın söylediklerine takılmıştı.
- Londra'ya tam olarak ne zaman gelmiştin canım?
Zaten fazlasıyla gergin olan Edward, bir de Victor'ın bir sokak kadınıyla kırk yıllık dostmuşlar gibi "canım" diye konuşmasına öfkelendi ve arkadaşının ağzına patlatmak istediği yumruğuna güç bela hekim oldu.
- Siz ne zaman bu kadar samimi olmuştunuz canım??
- Edward, ne saçmalıyorsun? senden birkaç dakika evvel tanıştık işte.
Victor cevap isteyen bakışlarını tekrar kıza çevirdi. Bu arada 'Edward kıskanıyor mu?' diye bir soru da aklından geçmedi değil.
- Dün gece geldim Lord Hazretleri.
- Ella'yı önceden mi tanıyordun?
Kız, ne kadarını söylemesi gerektiğini bilemedi. Sonuçta evden kaçmıştı, dayısı onu arıyor olmalıydı. Bu adamları tanımıyordu ve kime ne kadar güvenebileceğini bilmiyordu. Herhalde en mantıklısı dayısından hiç bahsetmemekti. Bir anlık tereddütten sonra konuştu.
- Hayır efendim. Ben ailemi kaybedince köyde kimsesiz kaldım. Londra'ya tek başıma geldim. Köyden tanıdığım birini bulup yardım isteyecektim ama tren çok geç vakitte burada olunca garda yalnız kaldım. Bayan Ella beni orada bulup evine götürdü. Kendisine minnettarım tabii ki. Ertesi gün de buraya getirdi.
Edward kızın tereddütlü konuşmasından, heyecanla irileşen göz bebeklerinden şüphelendi.
- Yalan söylüyorsun. Kesinlikle yalan söylüyorsun.
- Edward, bence yalan söylemiyor. Baksana orada çalışan kadınlara hiç benzemiyor.
- Hangi kadınlar??
Edward sesini incelterek "hangi kadınlar" diye Elizabeth'i abartılı bir ifadeyle taklit etti. Bunu yaparken o kadar komik oldu ki kız az kalsın gülecekti.
- İngiltere'nin en başarılı tiyatrocusunu seçseler bu kız açık ara birinci olur.
Elizabeth ne yapıyordu? Kendisini yalancılıkla suçlayan, açıkça hakaret eden bir adamı komik mi buluyordu? Hayır, babası onu böyle yetiştirmemişti. Sonunda işsiz, sokakta kalacağını, hatta öleceğini bilse bu adamın bu şekilde konuşmasına izin veremezdi. Çenesini dikleştirerek doğrudan adamın gözlerine baktı. şimdi onun gözlerinde de öfke vardı.
- Burada üstün konumda bulunuyor olmanız bana hakaret edebileceğiniz anlamına gelmez Lord Hazretleri. Lütfen asaletinize yaraşır bir beyefendi gibi davranın. Ben yalancı değilim. Bu kanıya nereden vardığınızı da gerçekten bilmiyorum.
- Bak bak, neler de biliyormuş benim kaldırım çiçeğim.
- Ben kimsenin çiçeği falan değilim. Başta söylediğiniz gibi beni burada zorla tutmuyorsunuz. Ben de müsaadenizle gidiyorum.
Sertçe diz kırarak Lordları selamladı ve kapıya doğru yürüdü. Victor kolundan nazikçe tutup onu durdurdu.
- Dur canım, nereye gideceksin?
- Batakhanesine tabii ki. Nereye olacak...
- Edward, yeter!..
Kız gitmeye kalkışınca içindeki daralma hissi iyice artan Edward umursamıyormuş gibi yaparak pencereye doğru yürümüş, son söylediklerini de camdan dışarı bakarken söylemişti. Victor'ın sinirlendiğini belli eden, uyaran sesi tekrar onlara dönmesine neden oldu. Victor nadiren sinirlenirdi. Hep kendi öfkesine katlanan arkadaşını terslemedi. Öylece sustu. Victor tekrar kıza döndü
- Bak Elizabeth, Edward senden bir iyilik isteyecek. Karşılığında da sana çok para verecek. Sonra istediğin yere gideceksin. Hatta ben sana yardım edip iş de bulurum. Batakhaneye dönmek zorunda kalmazsın.
Tam kızcağız batakhanenin ne olduğunu soracaktı ki Dumont gelip yemeğin hazır olduğunu haber verdi. Victor hanımefendinin de yemeğe kalacağını söyleyip kıza kolunu uzattı. Kız tereddütle dönüp Edward'a baktı. Edward umursamazca bakışlarını kaçırırken içinde sanki boğazını sıkıyorlarmış gibi bir his vardı. Elizabeth, Victor'ın koluna girip odadan çıkarken, Edward da peşlerinden yürüdü.
Victor uzun yemek masanın baş tarafındaki sandalyeyi ev sahibine bırakıp onun sağındaki sandalyeye genç kızı oturttu. Kendisi de karşısına yerleşti. Edward gelip baştaki sandalyeye oturunca kendisini münasebetsiz bir kara kedi gibi hissetti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİNİ DİNLE
أدب تاريخيTAMAMLANMIŞ HİKAYE WATTYS 2016 KAZANANI TARİHİ KURGU 1. KİTAP Yaşlı Dük ölüm döşeğinde bile torununu rahat bırakmıyordu ama bu son oyunu kazanamayacaktı. Berrington malikanesi Edward'ın ömründe değer verdiği tek şeydi ve onu kaybetmeyecekti. Kadınl...