YAŞLI DÜK'ÜN MİRASI

26.5K 1.5K 86
                                    

06 Nisan 1836, Northwood Dükalığı

Ölüm döşeğindeki Saygıdeğer Northwood Dükü Charles Berrington,  vasiyetiyle ilgili konuşmak için torunu Edward'ı bir mektupla ikametgahı olan Berrington Malikanesi’ne çağırdığında genç adam başına gelecekleri hayal bile edemezdi. Vakit kaybetmeden yola çıkan genç Lord, hayatı boyunca kendisinden en ufak bir iyilik ya da sevgi gösterisi görmediği Dük Hazretleri'nin planlarını tahmin etmeye çalışırken, Londra ile varisi olduğu topraklar arasındaki üç saatlik mesafe bir çırpıda bitivermişti.

Hasta yatağındaki yaşlı adam yanında avukatı ve vasiyetini aklı başında olarak yazdırdığına şahitlik eden doktoruyla onu bekliyordu. Yirmi sekiz yaşındaki torunu, hayattaki en yakın akrabası, genç yaşta zatürre salgınında ölen oğlu ve gelininin emanetiydi. Dük oldu olası sinirli, sert karakterli bir adamdı ve on yaşında hem öksüz hem de yetim kalan Edward'ı küçüklüğünden beri kendi zorlu disiplin anlayışı içinde yetiştirmişti. Edward, çok sevdiği, anne ve babasının anılarıyla dolu Berrington Malikanesi’nde hiç bir zaman huzur içinde yaşayamamıştı. Yıllarca yatılı okullarda okumuş, yetişkin bir adam olduktan sonra da Londra'daki kendine ait konağına yerleşmişti. Berrington'a gittiği nadir zamanlarda, bu seyahatten dedesinin iğneleyici tavırlarına maruz kalmadan döndüğü vaki değildi.

Yaşlı Dük Berrington, aristokrat çevrelerin en önemli simalarından biri olmasına rağmen aksiliğiyle nam salmış, Lordlar Kamarası’nda dahi herkesin çekindiği bir kimseydi. Fakat geçen yıllar boyunca, yalnızlık ve hastalıkların yumuşattığı yüreği Edward ile ilgili vicdan azabı hissetmeye başlamış, kendisinden başka kimsesi olmayan çocuğu öfke ve huzursuzlukla büyüttüğü, sevgisiz, duygusuz, yalnız bir adam olmasına vesile olduğu için içtenlikle pişmanlık duymuştu. Şimdilerde Edward, çok güvendiği bir kaç arkadaşından başka herkese karşı aşırı soğuk ve ilgisiz, topluma nadiren karışan, kadınlarla tek gecelik ilişkilerin ötesine geçmeyen bir adam olarak yaşıyordu. Aldığı mükemmel eğitime ve zekasına rağmen yaşı ilerleyen ve hastalıkları artan büyükbabasının Dükalık toprakları ve yatırımları ile ilgili işlerine asla yardım etmemişti. Dük, bunun Edward'ın intikam alma biçimi olduğunun farkındaydı ve zamanı geldiğinde ünvanına ve toprağına sahip çıkacağından emindi. Nitekim kendisinden yardım almayı yıllardır reddeden Edward annesinden kalan mütevazı mirasını çok akıllıca değerlendirerek ciddi bir servet yapmıştı. Grosvenor Meydanı’ndaki muhteşem ikametgahını da kendi parasıyla satın almıştı. Elbette mirasını aldığında da atalarını gurulandıracak bir Dük olacaktı.

Büyükbabasını esas düşündüren genç adamın yalnızlığıydı. Artık otuzuna yaklaşmış ve yakında koskoca bir mülkü yönetmesi gerekecek bu adamı çekip çevirecek, sosyeteye karıştıracak, kalbini ısıtacak ve ona varis verecek bir kadın gerekliydi. Torununu kendi haline bırakırsa asla evlenmeyeceğini gayet iyi bilen yaşlı adam bu konuda bir şeyler yapmaya karar vermişti. Elindeki tek koz Edward’ın çok düşkün olduğu Berrington Malikanesi’ni başkasına bırakmakla tehdit ederek evlenmeye zorlamaktı. İlk önce gelini de kendi seçmeyi düşünmüş, sonra seçimi torununa bırakarak sürdürülebilir bir evlilik olma ihtimalini arttırabileceğine hükmetmişti. Kesin kararını verdiğinde de Edward'ı Berrington'a çağırtmıştı.

Zorlukla konuşan Dük Hazretleri, Edward'ın soğuk selamını hafif bir baş hareketi ile karşıladı.

- Hoşgeldin Edward, malum çok zamanım kalmadı ve vasiyetimi düzenledim. Avukatım sana açıklayacak.

Yaşlı adamın sık sık öksürüklerle kesintiye uğrayan cümlesini bitirmesini saygıyla bekleyen Avukat Reynolds, Lord Berrington herhangi bir şey söylemeyince konuşmaya başladı. Ufak tefek avukat, kısa süre sonra Dükalığın yeni efendisi olacak, esmer teninde mavi gözleri gerginlikle parlayan dev cüsseli adama, Dük Hazretlerinin öfke uyandıracağı açık olan vasiyetini ilan ederken epey heyecanlandı. Genç Lord'a, Dük Hazretleri ölmeden önce yatağı başında kıyılacak bir nikahla evlenmediği takdirde, toprakları üzerinde bulunan Berrington Malikanesi'ni ve topraklarından elde edeceği gelirlerin hatırı sayılır bir kısmını ömür boyu kullanamayacağını, alnından akan terleri yok sayarak resmi bir dille açıklayan avukat, sözü bittiğinde rahat bir nefes alarak bir adım geri çekildi.

Genç adam kulaklarına inanamıyordu. Ünvanı kendisine kalacaktı elbette ama ihtiyar keçi onu açıkça, evlenmediği takdirde gelirleri ve Berrington malikanesinin kullanım hakkını uzaktan bir kuzenine bırakmakla tehdit ediyordu. Doğuştan hakkı olan miras nasıl böyle saçma sapan bir şarta bağlanırdı? Edward'ın hayatta sevdiği tek şey kuleleri, beyaz duvarları, muazzam büyüklüğüne rağmen ihtişamlı olmaktan ziyade sıcak bir yuva gibi görünen mimarisi, zamanında annesinin çok emek verdiği güzelim gül bahçeleri, her şeyiyle bu malikaneydi. Londra'daki evi ruhsuz bir binadan başka bir şey değildi onun gözünde.  Berrington'ın her köşesinde sevgili annesinin elinin zarif dokunuşları, birlikteyken attıkları mutlu kahkahaların izleri vardı ve yaralı ruhunun huzur bulabileceği tek yer burasıydı. 

Malikane arazisi, geniş bir koruluğun ortasında yer alan açık alana yerleşmişti. Londra yönünden gelen güney yolundan araziye girdiğinizde ağaçlık tepeden bir anda karşınıza Berrington çıkıverirdi. Eğer gün batımında gelmişseniz, geniş camlara vuran gurubun kızıl rengiyle bir yakut gibi görünürdü. Açık havada, güneşin tepede olduğu saatlerde gelmişseniz beyaz bina, gerisindeki sık ağaçlık ve önündeki rengarenk gül tarhlarıyla tam bir seyirlik olurdu. Bir yaz günü yağmur atıştırdıktan hemen sonraysa eğer, güllerin insanın içine işleyen muhteşem kokusu bir mil öteden dahi size ulaşırdı. Berrington, bu saklı cennet, çok uzun zamandır bir Düşesi olmadığı ve yaşlı Dük de pek misafirperver biri sayılmayacağı için Londra sosyetesi içinde az kişi tarafından görülmüştü ama görenin unutamayacağı, tadına varanın kolay vazgeçemeyeceği efsanevi bir mülk olarak dilden dile dolaşırdı. Edward Berrington’u genç kızlar arasında cazip kılan şeylerden bir de bu malikaneydi zaten. Ona kim sahip olursa olsun çok kıskanılacağı kesindi.

işte böyle bir evde doğup annesinin sevgi dolu sıcaklığıyla büyümüştü genç adam ama henüz on yaşındayken yetim kalmış ve hemen peşinden aristokrat çevrelerin en önemli kimselerinin çocuklarıyla beraber St.Auxberry Koleji’ne yatılı olarak gönderilmişti. Büyükbabası tatillerde dahi torununu evde istemezdi. Sevilip yumuşak kalpli olmasından, bir Dük olmanın gerektirdiği vazifeleri yerine getirememesinden korkardı. O dönemden beri arkadaşı olan Victor’un annesi kanatlarının altına almıştı zavallı yetim çocuğu. Kont Cummings okul idaresine baskı yaparak Edward’ın tüm tatil ve yortuları kendi mülklerinde geçirmesini ve Dük Hazretleri’nin bundan haberdar edilmemesini sağlamıştı. Prudence da oğlu Victor ve iki kızıyla beraber, sağken arkadaşı olan Fiona’nın oğluna da annelik etmeye başladı ve Edward bu yüzden bu aileyi on yaşından sonraki hayatı boyunca sahip olduğu tek aile olarak gördü.

Edward, Victor dışında pek kimseyle arkadaşlık etmezdi. Victor’un sosyal kişiliğinden dolayı etraflarında hep bir sürü çocuk olsa da Edward hiçbiriyle mecbur kalmadıkça konuşmazdı. İletişim kurmak istemiyordu, yetim olduğu için herkesin kendisine acıyacağını düşünüyordu, büyükbabası gibi diğer insanların da onu istemeyeceğine inanıyordu, işte böyle zor bir psikoloji içinde büyümüştü genç adam. Diğerlerinin sahip olduklarını kıskanmıyordu, Cummingslerden başka bir aileye özenmiyordu, sadece annesini ve evini özlüyordu ki hayat kendisini ikisinden de mahrum bırakmıştı.

Bütün arkadaşları içinde sadece Arthur Welles’i kıskanırdı çünkü o Berrington’a kendisinin aksine sık sık gidebiliyordu. Aslında Arthur da kendisi gibi sevgisiz büyütülen bir çocuktu, arkadaş da olabilirlerdi ama babası Dük Wellingstone, Northwood Dükü’nün yakın dostu olduğu için ziyaretine gidiyor, beraberinde varisini de götürüyordu. Arthur iyi niyetle Edward’a evinden haber vermek istedikçe Edward kıskançlıktan çıldırırdı.

Yıllar böyle geçti, Edward içindeki kinle büyüdü, herkesi parmak ısırtacak kadar meziyet sahibi ama bir o kadar da soğuk bir adam oldu. Büyükbabası yaşlandı ve Edward’ı mülküne sahip çıkması için Berrington’a çağırdı ama genç adam Dük sağken onunla yaşamayacağına yemin etmişti. Kendi hayatını kendi gelirleriyle sürdürüyor, büyükbabasıyla hiç alakası yokmuş gibi davranıyordu. çok önemli olaylar hariç Berrington’a adım attığı yoktu.

Dük Hazretleri'nin durumu ağırlaştıkça yuvasına kavuşmasına az zaman kaldığını umut eden Edward, kendisine açıklanan vasiyetle bir kez daha hayallerinin elinden alındığını hissediyordu. Asla Berrington'ı kaybetmeyi göze alamazdı. Ama şimdi, ömrünce nefret ettiği büyükbabası ona son darbesini vuruyordu. Eğer ölmeden önce hasta yatağının başında, gözünün önünde evlenmezse sevgili malikanesinden ebediyen ayrı kalacaktı.


KALBİNİ DİNLEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin