Ağlayarak kasvet dolu evden çıktığımda, karanlık sokakta simsiyah elbisemle görünmez olduğumdan emindim. Hızlı adımlarım gittikçe koşmaya döndüğünde neden kaçtığımı bile bilmiyordum. Almaya çalıştığım derin nefesler haricinde ağzım, "Buradan uzaklaşmalıyım," demek için açılıyordu ve zihnim gittikçe görüşüm gibi bulanıklaşıyordu. Uzaklaştıkça kendimi daha iyi hissediyor, gerçeklerin ruhuma vurduğu darbelerin acısı geçiyordu. Arkamı döndüğümde beni karşılayan tek şey karanlık oluyordu.
Gözyaşlarımın izin verdiği kadar seçerek bir köşe olduğunu düşündüğüm yere çöktüm. Yüzüm ıpıslaktı. Kalbimin acısı yeniden tüm benliğimi sararken derin derin nefesler almaya çalıştım. Bir süre kafam bacaklarıma gömülü halde bekledikten sonra nefesimi tutarak kafamı kaldırdım. Gözlerimde yer edinmiş derin bir boşluk, gökyüzü...
Büyük bir boşlukta yaşayan tüm yıldızlar gökyüzündeydi şimdi, karanlığı kırıyor, parçalıyor ve bana derin yalnızlığımı unutturuyordu. Hüzünlü bir melodi kulaklarımı doldururken bunun çalan telefonumun sesi olduğunu anlamıştım. Gözyaşlarımı silerek eski sokak lambasının cılız ışığının izin verdiği kadar sokağı süzdüm.
Bilmem kaçıncıya çalan telefondan gelen şarkıya artık dayanamayacağımı anladığımda iç geçirerek açtım. Arayan Merve'ydi.
"Melissa?" Sesi yorgun ve uykulu geliyordu, sanki kendini ayakta kalmak için zorluyordu. Hepimiz için yorucu bir hafta olmuştu ve belki de son kaybımı vermiştim.
Bir süre sessizliği dinledikten sonra konuşmayacağımı yeni idrak ettiğini belli ederek pes etmeden konuştu. "Seni cenazede gördüğümde pek iyi değildin... Dedeni kaybettiğin için çok üzgünüm Melissa."
Gözlerimi karanlığa diktim ve cevap verdim. "Neyse ne, iyiyim ben." Issız bir sokakta olmama rağmen arkadan büyük bir gürültü geldiğinde Merve telaşla sordu. "Neredesin?"
Ona yalan söyleyecek kadar bile gücüm yoktu. "Adresini ver hemen geliyorum." Ayağa kalktım ve ismini seçebildiğim bir yerin adını söyledim. Eski yerime çöküp beklemeye başladığımda başımı istemsizce ellerimin arasına almıştım. Bir süre sonra şakaklarımı ovuşturduğumu fark ettim. Yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştım, belki üşümekten belki de acıya alışmaktan... Kaybetmeye alışmıştım.
Gözlerim kapanırken kendimi ayık kalmaya zorladım. Ne yapacağımı düşünmem gerekiyordu. Dedemi çok sevmezdim ama o bu dünyadaki son yakınımdı. İnsanın bir yakını yoksa yaşamasına değer miydi? Belki de bu bizim kaderimizdi, belki de ölmeliydim. Gereğinden fazla yaşamıştım, ailemin izinden gitmem gerekiyordu belki. Hayat tüm acımasızlığını sırtlanarak bana defalarca kez vurmuştu ve işte sonunda, kimsesiz kalmıştım. Bana bahşettiği tüm değerli şeyleri geri almışken, ben hala değerli miydim?
Uzuvlarımı saran sıcaklıkla gözlerimi kırpıştırdığımda birisinin bana sarıldığını fark ettim. Merve'ydi bu. Kokusu burnuma dolarken yüzümü saçlarına gömdüm. "İşte seni buldum."
Gözlerimi yavaşça aralayarak konuştum. "Benim için geldin..."
Tebessüm ederek yüzüne gelen kızıl saçıları önünden çekti."Senin için her yere gelirim." Beni ayağa kaldırdı. Kollarını belime sarıp yürümeme yardımcı olarak arabaya bindirdi. Kendi de sürücü koltuğuna oturduktan sonra arabayı kilitleyip bana uzun uzun baktı. "Acını anlıyorum ama bir daha yapma." Sesi titredi. "Çok endişelendim... Ya başına bir iş gelseydi?"
Sokak lambasının ışığında, ışıltıları uçlarına doğru sarılaşan saçlarına gözlerimi değdirdim. Ona doğru uzanarak saçlarını kulağının arkasına yerleştirirken karnım kasıldı. Sanki ellerim yanıyor, camsı gözleri kırılarak avuçlarıma batıyordu.
Elimden geldiğince soğuk bir sesle cevap verdim. "Burada kalamam artık. Çok uzaklara gitmek istiyorum..." Gözlerim sesimi yalanlarcasına kırgındı, bunu gözlerinin yansımasında görebiliyordum. Aşkımın aşkımı yansıtmasını umdum. Derin bir nefes alarak arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Gözünü yoldan ayırmadan "Nereye gideceksin?" diye sorduğunda ölüme diyemedim. Birkaç dakika sessizlikten sonra umut dolu bir sesle "Bursa?" dedi.
Kalbim ağrıyordu. Ona baktığımı hissetmiş gibi elinin birini direksiyondan çekerek elimi tuttu. Uzun süre elimi çekemedim. Sonunda dilim zihnimin ona taktığı kelepçelerden kurtuldu ve hafifçe "Bilmiyorum," dedim.
Ağzının içinde bir şeyler mırıldandığında onu duymak için ona eğildim fakat sözlerine devam etmedi. Derin bir nefes alarak sordum. "Peki nereye gidersem geleyim benimle... Gelirsin, değil mi?"
Yüzünde minik bir gülümseme tomurcuklanırken aracı durdurdu. "Seni asla yalnız bırakmayacağımı biliyorsun." Camdan etrafı süzdüğümde burasının Merve'nin evinin önü olduğunu anladım. "Benim evime geldik çünkü seni yalnız bıraktığımda seni ya dağ başından ya da ıssız sokaklardan topluyoruz."
Arabadan indik. Eve doğru yürürken yavaş adımlarım kararsızlığımı ele veriyordu. Kapının önünde çekingence ona baktığımda kafasını kaldırdı. Göz göze geldik. Ciddi ses tonu kulaklarımı doldurken gözleri kararlılığını vurguluyordu.
"Eğer canın çok yanar veya kalbinin kırıldığını hissedersen, bana ikinci adımla seslen." Şaşırmış bir şekilde ona baktım.
"Senin iki adın mı var?" Kulağıma eğilip bana ikinci adını fısıldadığında içimin huzurla dolduğunu hissettim. Yeşil gözlerinin camsılığı kalbimi sıkıştırırken nerede ölmek istediğime karar vermiştim bile. Bana yüzünü iyice yaklaştırırken tekrar fısıldadı. "Söz mü?"
Gözlerinin en dibine baktım. "Söz." Gözlerinin en dibinde, yeşil cam gözlerinin kırıklarıyla ölmek istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümle 7 Gün #wattys2019
Mystery / ThrillerBir katilin hikayesine ne kadar güvenebilirsin?