22. Bölüm

1.3K 68 4
                                    

Biraz geç oldu arkadaşlar ama kusura bakmayın. Şimdiden bayramınız mübarek olsun.

İyi okumalar...

"Deniz."

"Barış" diye mırıldandım çatlak çıkan sesimle. Bana doğru gelip yavaşça kucağına aldı. Kollarımı boynuna dolayıp daha kötü ağlamaya başladım. Orda, öyle ne kadar süre oturmuştum bilmiyorum. Ancak Barışın sesini duyunca kedime gelmiştim. "Gitti. Beni terk etti."

"Şşş. Geçecek kardeşim, geçecek" diye fısıldadı kulağıma doğru. Hıçkırıklarım yüzünden konuşamaz hale gelmiştim resmen. Beni yumuşak bir yere oturtunca kollarımı boynundan çekip ona baktım.

"Eve götür beni, lütfen."

"Tamam güzelim" dedi ve kemerimi taktıktan sonra kapıyı kapatıp kendi tarafına geçti. Ön tarafta oturan Ezginin bana bakıp da hiçbir şey söylemediğini fark ettim. Ben de bir şey söylemeden iç çekişlerimle geçtiğimiz sokakları izlemeye başladım.

Bir prensesin en çaresiz kaldığı an ne zamandır? Gece 12'den sonra kimseler bulmamışsa kaybettiği ayakkabısının tekini ya da o kadar uzun değilse saçları... Prensi tırmanamıyorsa o kuleye... Ne yapar bir prenses? Kimsesizse, terk edilmişse en mutlu olduğu zamanda, ne yapar o prenses?

Gerçek anlamda ne yapacağımı bilmiyordum. O adamla konuştuğum için bile o kadar pişmandım ki. Ayrıca Özgüre de beni dinlemediği için kızgındım. Ben elimden geldiğince onu anlamadan, dinlemeden yargılamazken o beni ilk yanlışımda silmişti. Demek ki bu kadar kolaydı onun için.

Birisinin beni kaldırmasıyla homurdanıp gözlerimi açmaya çalıştım. Barışın yüzünü görünce yaşadıklarım tek tek gözümün önünden geçmişti. Gözümden akan tek damla yaşı takip eden diğer damlaların önüne geçememiştim.

Barış asansöre binip bizim kata bastıktan sonra beklemeye başladı. Bakışlarının üzerimde olduğunu hissetsem de ona bakmamıştım. Asansörün kapısını açıp evin zilini çaldı. Bir süre sonra kapı açılmıştı.

"Barış. Ne oldu böyle? Deniz?" diyen annemin sesini duyunca bu kadar erken saatte evde olmasına lanet okumuştum. Şimdi bir de ona açıklama yapmamı isteyecekti.

"Denizi bırakayım mı önce Maya abla?" dedi Barış. Annem başıyla onaylamış olmalı ki içeri geçip odama çıktık. Beni yatağıma bıraktıktan sonra ayakkabılarımı çıkardı.

"Teşekkür ederim" diye mırıldandım zorlukla. Gülümsemeye çalışarak saçlarımı okşadı. Alnıma küçük bir öpücük kondurup geri çekildi. "Gelmeyecek demi?"

"Dinlen sen güzelim" dedi soruma cevap vermeden ve odadan çıktı. Gelmeyecekti işte. O yaptığı hiçbir şeyden pişman olmamıştı ki. Bundan da olmayacaktı işte.

Göz yaşlarım içinde üzerimi değiştirmeden pikenin altına girdim. Gözlerimi kapattıktan bir süre sonra uykunun kollarına girmiştim.
************
'Yazmak, insanı rahatlatır' derler. Nerede o rahatlama hissi? Yazma işlemi bittikten sonra mı gerçekleşecek? Eğer öyleyse; hemen, şimdi yazmayı bırakabilirim. Ama değil, biliyorum. Öyle değil.

Yazmak, sadece kelimelerin bir araya gelmesi de değil. Yazmak, sadece kafanı boşaltmakta değil. Yazmak, kafanı boşaltırken anılarının göz önüne serilmesidir. Yazmak aslında rahatlamadan çok bataklığa çeker insanı. İyi, kötü neyin varsa döker ortaya. Öyle sinsice yapar ki bunu; yazarken anlayamazsın. Kalemi elinden bıraktığın an içinde tuttuğun derin bir nefesi bırakıverirsin; 'oh, rahatladım' dersin. Ama karanlık çöküp başını yastığa koyduğun an, tüm anıların göz önüne serilir. Yazarken, yazmadıkların bile...

Adını Sen Koy 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin