Bölüm 45 - Çanta

29.6K 1.8K 143
                                    

Gerginlikle tırnaklarımı ağzıma götürdüm. "Of ben tırnak yiyemem ki!"
Dişlerimle uçlarını didiklemeye çalıştım. Yine de tırnaklarımda pek bir değişiklik yoktu.

Babam akşam sekiz buçuk gibi sözde acil bir telefon alıp evden çıkmak zorunda kalmıştı. Bir tiyatroyu izlemek gibiydi o telefon konuşması, Ezgi'den ve benden özür dilemesi ve ardından istemiyormuş gibi çekip gitmesi.

Ezgi'yle yalnız kaldığımız masada kısa bir süre birbirimize baktık. İkimizin de konuşacak bir şeyi yoktu. Ben onun tedirginliğini ve acısını gördüm gözlerinde. O bende ne gördü, bilmiyorum.

Zaman benim için yavaşlamış gibiydi babam kapıdan çıktıktan sonra. Gece yarısına saatler vardı ve ben adeta akıp giden zamanın içinde asılı kalmış gibiydim. Yemek yiyecek halim yoktu, veya eşyalarıma son bir kez bakacak kadar tahammülüm. Sofradan kalktım ve dışarıda yağan karı görebileceğim bir koltuğa uturdum. Şu ana kadar olan hayatım bir rüyaydı sanki. Gelecek asla gelmeyecekti. Sadece "şu an"da varolacaktım. Tek gerçek olan "şu an"dı. Şu endişe, şu gerginlik, şu bilinmezlik hissi.

Ben koltukta otururken Ezgi masayı topladı ve birkaç kez yukarı kata inip çıktı. Boş durmamak için çabaladığını görebiliyordum. Ona teselli vermek istesem de yapmakta güç bulduğum tek şey tırnaklarımı yemeğe çalışmaktı.

"Deniz, çantayı alsak mı? Yoksa hazırlanalım en son mu alacağız?"

Oturmaktan uyuşmuş bacaklarımı gererek koltuktan kalktım ve saate göz attım.

"Önce hazırlanalım. En son çıkmadan alalım çantayı."

Uyuşuk adımlarımla ön kapıya bakan camlardan birine yürüdüm.

"Bu adamları neden götürmedi?"

"Bilmiyorum ki... Bize sorun çıkartacaklarını sanmıyorım. Bizi kolluyorlardır bence. "

"Ya da içeride tutuyorlardır... İşimizi sağlama almalıyız... Ezgi ne kadar yüksekten aşağı atlayabilirsin?"

Yüzünü buruşturdu. Ne demeye çalıştığım anlamaya çalışıyordu.

Botlarımızı ve montlarımızı da üzerimize gerçirdikten sonra kasayı açmak için yatak odasına geçtik.  Ezgi çantayı çıkarıp bana verdi, sonra da hiç dokunulmamış gibi tekrar kapattı.

Sonra benim odama geçtik ve ben balkonun kapısını açtım. Soğuk hava içeri dolmaya başladı ama kar durmuştu.

"Önce sen mi ben mi?" dedim çarpık bir gülüşle.

Ezgi atlamak konusunda hala tereddütlüydü.

"Sen atla ben de sana bakayım bari."

"Tamamdır. Önce şu eşyaları atalım. Nasılsa kar var yerlerde yumuşak sayılır. Sadece sessiz olmalıyız. "

Neredeyse bir çırpıda aşağı indim. Sonuçta çok uzun süredir kullandığım yoldu bu.

Beni izleyen Ezgi kısık sesle söyledin "Sen bunu tam olarak kaçıncı kez yaptın bu ne rahatlık?"

"Haydi haydi çabuk."

Derin bir nefes alıp atladı. Bu kısmı kolaydı zaten. Sadece insan yukarıdan bakarken daha uzun görünüyordu mesafe gözüne. 

Çantalarımızı tekrar elimize aldık ama önümüzde bahçe duvarı da vardı.

"Bak" dedim kısık sesle. "Şuradaki taşta bir çıkıntı var. Ve bir de üstünde şurada. İlkine sağ ayağını koy, sonra da ikinciye solu atarsan duvarın tam üzerine sağ bacağın yetişir."

Sokak DövüşüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin