Derin bir nefes aldı. Bir süre nefesini tuttu ve bıraktı. Sonra yeniden derin bir nefes aldı. Timur gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Birkaç dakikadır aklını boşaltmaya çalışıyordu. Ara ara bunaldığı zamanlarda yaptığı bir şeydi.
Gözlerini yeniden açtığında zihni berraklaşmıştı. Beş dakika öncesine kadar okuduğu makaleye tekrar baktı. Dizüstü bilgisayarının faresini aşağıya indirdi. Gözleri bir isimde takılı kaldı.
"John William Martin." dedi sessiz bir şekilde. Timur, sık sık internette 'John William Martin'in Özgür Zihni' manasına gelen JWM's Free Mind isimli gündeliğini okuyordu. William gerçekten de özgür bir zihne sahipti. İmkânsızlığa inanmaması, her şeyin görünenden fazlasını barındırdığının farkında olması ve görüp, bildiklerini dünyaya haykırması takdire şayan bir hareketti. Aslında tam da mücadele ettikleri kişilerin yüzünü açığa çıkardığı için Timur, bu adamı seviyordu. Öyle boş bir insan da değildi; Amerika'da Princeton Üniversitesini bitirmiş ve sonra da doktorasına kadar tahsilini devam ettirmişti. Gerek siyaset gerekse edebiyat alanına ilgi duyan başarılı bir profesör ve fantastik-bilimkurgu yazarıydı. Kızı bile hayranlarından biriydi.
Bu hafta da oldukça ilginç bir yazı yazmıştı. İlginç gelen nokta; siyasi göndermeleri değil, çocukluğunda yaşamış olduğu bir anıydı. Timur'un tarzı olmasa da kızının kütüphanesinde gözüne çarptığı kadarıyla, vampir ve kurt adam ağırlık, bilhassa kurt adam, romanları yazıyordu. Hatta filme çevrilmiş eserleri bile vardı. Demek ki kurt adam takıntısının sebebi yaşadığı bu olaymış.
"Beyim?"
Timur, arkasından gelen bir sesle doğruldu. "Ne vardı?"
"Geldiler, beyim. Sizi bekliyorlar."
"O kadar oldu mu?"
Aygucı, yani yardımcısı, cevap vermedi. Çünkü beyinin bir cevap beklemediğini iyi biliyordu.
Timur bilgisayarını uykuya yatırıp yerinden kalktı. Esneyerek uyuşmuş kaslarını kendine getirdikten sonra karanlık odadan dışarı çıktı. Loş ışıklı bir başka odaya girdi. Öyle ki devasa boyuttaki bu odanın sonu belli değil gibiydi. Yüksekliği de beş katkı bir apartman boyundaydı. Duvarlar boydan boya cam dolaplarla kaplıydı. Her birinin içinde antik kitaplar, nesneler vardı. Odanın ortası, yine boydan boya, uzun ince tahta bir masa ile kaplıydı. Oldukça büyük olan kütüphaneyi özel yapan şey sahip olduğu teknoloji veya mimarisi değil, içinde barındırdığı, insanlık tarihi kadar eski nesneleri ve eserlerdi. Lakin en önemli olanları...
Timur, doğrudan Ahlat'a, kendisini bekleyenlerin olduğu yere doğru yola çıktı. Fakat bunun için dışarı adım atmasına gerek yoktu. Binlerce yıl önce yapılmış, Anadolu'yu boydan boya kaplayan, gizli tünelleri kullanıyordu. Öyle ki bunlar sadece basit tünellerden oluşmuyordu ve yer altında devasa bir şehir olduğunu gerçeğini bir tek Timur ve çevresi biliyordu.
***
"Daha önce düşman tarafından böylesine sarıldığımızı bilmem!"
"Doğru dersiniz Mert Beyim. Günümüzde her şey, eskiden olduğundan daha farklıdır. Neredeyse özlediğimi söyleyeceğim. Bu gözlerin o dönemleri görmemiş olmasına rağmen."
"Anlatılanlar yeter, Buğra Beyim. Lakin bırakalım şimdi eskileri yâd etmeyi. Anlamsız. Âdem Beyim, anlatın hele. Durum çok mu vahim?"
Diğerleri gibi kırkını geçkin Âdem Bey, sıkkın bir şekilde başını salladı. "Eskiden düşman silah olarak top, tüfek, kılıç kullanırdı. Şimdi daha ölümcül bir silahın peşindedir. Yediğimiz yemeğin, içtiğimiz suyun, şifa olsun diye kullandığımız ilaç, artık bize yarardan ziyade zarar getirmekte!"
"GDO'dan bahsediyorsunuz, değil mi?" dedi başka bir bey. "Yeni bir şey sayılmaz. Yıllar önce Amerikalılar, sözde çevre dostu biyo-yakıt üretimi için mısır kullanmaya başladı. Fakat verdiği zarar yarardan çoktur. Mısır üretimi düşünce, depolardaki mısırlar da hızla tükenme noktasına gelmişti. O zamandan sonra bu ve benzeri sorunlara sözde çare olarak kalıtımı değiştirilmiş tohumları hayatımıza soktular. Mısır, soya, pirinç, pamuktan sonra bir de buğdayı işin içine sokunca insanların kalıtımı ciddi zararlar görmeye başladı."
"Fakat hala inkâr ediyorlar."
"Etsinler efendim, görünen köy kılavuz istemez! Morgellon hastalığı Amerika'da aldı başını gitti! GDO yapımında kullanılan bir madde, insanın bedeninde türemeye başladı. Bunu nasıl reddedecekler? Anne karnındaki çocuklara kadar etkilendi!"
"Aslında..." diye söze başladı Mehmet Bey, "GDO karşıtı eylemlerimiz ve devletlere baskılarımız sürüyor. Bundan ağırlıklı olarak etkilenen Amerikalılar. Birkaç yıla kadar gıda piyasasının %75'i gdo'lu ürünler hâkim iken bugün bu oran %80. Kimi kaynaklara göre %85. Bu kadar hızlı büyümesinin sebebi insanların bilinçsizliğinden ziyade devletlerinin halkını bilinçli cehalete maruz bırakmasıdır. Hangi ürün gdo'lu hangisi değil, üzerinde yazmadığı için kimse ayırt edemiyor. Daha da vahimi, bu tohumların uzun süreli etkilerinin araştırılması yasak! Sadece bu tohumu üreten şirketlerin sözde araştırmalarının insafına kalınmış."
Sözü yeniden Buğra Bey ele aldı. "Bu durumda GDO hala bir tehdit ama korktuğumuz kadar etkili değil? En azından bizim için?"
"Ben öyle söylemezdim. Durumumuz Amerikalılar kadar kötü olmasa da piyasalara sokmak için her türlü eylem yapılmakta." dedi Âdem Bey. "Fakat ben sadece bilgi güncellemesi yapmak istedim. Asıl sorunumuz aşı adı altında üretilen kitlesel imha silahları."
"Domuz gribi fiyaskosu." dedi Timur. Bir süredir sessiz sedasız beylerinin fikir alışverişini dinleyen Timur Kağan, sonunda sessizliğini bozmuştu. Zira asıl ilgilendiği bilgi buydu. "GDO'lu ürünlerin anne karnındaki bebeklerde sakatlık ve kadın ve erkeklerde kısırlık yarattığını biliyoruz. Fakat umdukları kadar geniş bir sahaya bu tohumları etkin bir şekilde yayamadıkları için, nüfus arıtma projeleri istedikleri gibi ilerlemiyor. Bunu en iyi sözde salgın hastalıklar için üretilmiş sözde aşılarla yapabilirler. Bilhassa gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde."
"Doğru Kağanım. Nicedir etnik özelliklere göre hazırlanmış sözde aşıların üretilmesinden endişe ediyorduk. Bu konuda sessiz söylentiler vardı. Sanırım sonunda bu gerçekleşti."
Tüm meclis endişeyle homurdanma başladı.
"Sadece aşı da değil." dedi Âdem Bey, sesini daha da yükselterek." Daha fazla salgın hastalık üretildiğine dair de duyum aldım. "
"İkisi de çok farklı değil." dedi Timur Kağan. "İkisi de hastalık. Bu şekilde kitlesel ölümler meydana gelir, nüfusları arzu ettikleri gibi kontrol eder, dahası koca bir ırkı yok ederek direniş güçlerini tek bir top atmadan ortadan kaldırırlar."
"Ve başta petrol yatakları olmak üzere tüm değerli madenlerine el koyarlar... Biz de buna izin verirdik ya!" dedi Mert Bey.
"Müsaade var mıdır, Kağanım?" Timur Kağan gibi, Tarık Bey de toyun başından beri sessiz sedasız oturmuş, dinliyordu. Beylerin arasında en yaşlı kişi olarak, Timur Kağan'ın da sık sık danıştığı biriydi. Bu yüzden onu, hilal şeklindeki meclisin sol tarafında en başa oturturdu.
"Buyur, Tarık Beyim."
"Ellerindeki silahları muhakkak ufak çaplı da olsa denemek isteyeceklerdir. Olası bir yapay salgına karşı elimizde koz olduğunu bilirim. Fakat nice zamandır elimizin altında olmadığını da bilirim."
Timur, beyazlamaya başlamış sakalını kaşıdı. Düşünceli bir şekilde başını salladıktan sonra Aygucı Murat'a döndü. Hemen sağ tarafında oturan adam, beyinin bir şey söyleyeceğini anlayınca öne doğru eğildi. "Turhan'a haber gönderin. Onu bir an önce bulup getirsin. Oyalanmasınlar."
"Emriniz olur, beyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sultanların Yükselişi -Kam Savaşları-
FantasyBir aile... Kökleri on binlerce yıl öncesine dayanıyor... Nesiller boyunca, aynı düşmanla mücadele ediyor... Savaşın sonunda Sultanlar galip mi olacak yoksa mağlup mu? Sultanların Yükselişi, sizi günümüzden 2023 yılının Türkiye'sine götürüyor. Onlar...