12. Bölüm 'İlm-i Ledün'

111 17 4
                                    

Yeni bir kavram... yeni bir ders...

_____

"İlm-i Ledün ..." diye söze başladı Aybörü. "Bana İlm-i Ledün'ün ne olduğunu kim söyler?"

Perşembe günleri birinci sınıflar için Söylence Bilim dersi vardı. Masal tadında geçtiği için öğrencilerin ilgi gösterdiği bir dersti. Aybörü için de hikâyeler ve gizem her daim ilgisini çektiğinden kadim tarih ve söylence bilim öğretmeni olmak istemişti.

"Sen söyle Yağız."

"İlm-i Ledün, peygamberlerin olmadığı dönemlerde, ihtiyaç halinde, bir topluluk içinde, Allah'ın seçtiği kuluna ilim öğretmesidir. Bu kişi, Allah'tan öğrendiği ilim ile bulunduğu topluluğa yol gösterir. Bu kişilerin özel bir takım becerileri olabileceği gibi, kalp gözü sayesinde gözlerin görmediğini, kulakların duymadığını da algılayabilir."

"Hmm." Aybörü saçını düzeltir gibi yaptı. "Her zaman peygamberlerin olmadığı bir dönem denemez. Aksine onların olduğu zamanlarda da ilmi ledün sahibi insanlar görüyoruz."

"Nasıl yani?" dedi kızlardan biri.

"Kur'an'daki Hz. Süleyman ve Hz. Musa kısaslarına bakarsanız eğer, Allah'ın ilim verdiği kullardan birinin veya ikisinin onların döneminde yaşadığını; karşılaştıklarını görürsünüz."

"Ah!" dedi Yağız. "Hızır aleyhisselam!"

"Doğru."

"Yalnız, Hz. Süleyman kısmını hatırlayamadım?"

"Kuş Hüdhüd, bildiğiniz üzere Hz. Süleyman hayvanların dilini anlar ve konuşur, onlardan ordu meydana getirirdi.- Hz. Süleyman'a putperest bir kavimden bahsedince, hükümdar peygamber de onlara mektup gönderir ve putperestliği bırakıp, tek olan Allah'a iman etmelerini söyler. Sebe halkının Melikesi Belkıs da Hz. Süleyman'ı ziyaret kararı alır. Hz. Süleyman, peygamberliğine dalalet için Belkıs'ın tahtının getirilmesini ister. Cinlerden bir İfrit, onu, yerinden kalkmadan getireceğini söyler. Ama Allah tarafından ilim sahibi verilmiş, bir başka kişi de gözlerini açıp kapayıncaya kadar getiririm, der ve getirir."

Öğrenciler heyecanlı mırıldanmalara başlayınca, kendi aralarında hikâyenin tartışmasına girdiklerini anlamıştı. Öğrenci iken kendisi de böyleydi. Ama artık öğretmendi. Sertçe elini kaldırıp parmaklarını şaklattı. Öğrenciler yeniden sessizliğe bürününce devam etti.

"Gördüğünüz üzere peygamberler olsa bile, ilim sahibi kişiler olmaya devam edebiliyor. Gerçi kimi âlimler bu iki hayat hikâyesinde anlatılan ilim sahibi kişinin Hz. Hızır olduğunu söyler. Gerçek mi? En doğrusunu Allah bilir. Gelelim söylence bilim dersimizin bu haftaki konusuna. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar az kişinin bildiği bir hikâyeden bahsedilir."

Aybörü masasından ciltli bir kitabı alıp, kaldırdı. Üzerinde 'Deruni Devlet' yazıyordu. Belli belirsiz tebessümle, "Bu romanda değinilmiş. Ders sonrası isterseniz kitabı incelersiniz." diyerek kitabı yeniden masaya bıraktı.

"İstanbul... Peygamberimiz Hz. Muhammed'den bu yana, Müslümanlar için fethedilmesi gereken en önemli şehirlerin başlarında geliyor İstanbul. Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra, Müslümanlar için en önemli şehirden biri. Ama neden? Mekke'nin Kâbe'si; Medine'nin Mescidi Nebevisi ve Kudüs'ün Mescidi Aksa'sı var. İstanbul'un neyi var? Burada yaşamış bir peygamber veya kutsal bir mabet yok."

"Yuşa Peygamber?" dedi Utku.

"Onun İstanbul'daki varlığı da peygamberliği de tartışılır. Kur'an da açıkça ismi zikredilmişlerden değil. Bu yüzden bizler de haklı olarak şüphe ile yaklaşmalıyız... Her neyse. Bir rivayet odur ki Hz. Âdem'in yeryüzüne gelişinden 2000 yıl sonra; torunları, onun emri ile yeryüzüne yayılmaya başlamış. 19. Nesilden torununun ismi de Turk imiş. Turk ve maiyeti, vasiyet üzerine bugün İstanbul olarak isimlendirdiğimiz bölgeye kadar gelmişler. O zamanlar ne bir şehir ne bir insan varmış burada. Zamanla Şeytan, şeytanileşmiş insan ve cinlerden büyük bir ordu kurmuş. Şeytanın amacı Âdemoğullarını köle edip, yok etmekmiş."

Sultanların Yükselişi -Kam Savaşları-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin