3. Bölüm 'Aybörü'

230 25 10
                                    

Şu ana kadar ki okuduğunuz bölümler hakkında fikrinizi paylaşırsanız makbule geçer. :) 

_____


Aybörü önündeki tanıdık manzaraya baktı. Burada doğmasa bile çocukluğunun bir bölümünü burada geçirmişti. Bu yüzden evi olan bu yeri yeniden görmek içinde garip hislerin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Muhtemelen 'özlem' olarak tanımlanacak bir duyguydu ama tanımlayamadığı, rahatsızlık veren, başka duygular da vardı.

Bitlis ilinin dört ilçesinin sınırlarında yer alan Süphan Dağı'nın eteklerine kurulu devasa çiftlik, buz dağının görünen yüzü gibiydi. Tabiri caiz ise içi dışından daha büyüktü.

Dağ, Türkiye'nin üçüncü en büyük doruk noktası olan; en tepesi buzullarla kaplı, Van gölünün kuzeyinde yer alıyordu. Efsanelere göre dağın en tepesinde bir peygamberin mezarı vardı ama şu ana kadar bunu doğrulayan hiçbir araştırma yapılmamış, yaz aylarında buraya tırmanan dağcıların hiçbiri de bir mezarla karşılaşmamıştı.

Aybörü, yaz kış demeden buraya tırmanırdı ve en çok da dağın tepesindeki krater gölünde zaman geçirmeyi severdi. Süphan Dağı, volkanik bir dağ idi ve en son 10 bin yıl önce patlamıştı. Bu yüzden sönük volkaniklerden biriydi. Aslında sönmüş yanardağ diye bir şey yoktu. Yanardağlar hala magma barındırıyordu ve gerekli koşullar oluştuğunda yeniden patlayabilirdi.

Aybörü gülümsedi. Van Gölünü ve çevresini çok seviyordu. Anadolu'nun her yanı kadim topraklardı ama Aybörü ve ailesi için bu bölgenin önemi başkaydı. Öncelikle Ahlat bölgesi, Anadolu'ya açılan kapı olarak bilinirdi. Ahlat'a yakın bir yer olan Malazgirt bölgesinde yapılan savaş sonrası, son kez, Türkler Anadolu'yu tamamen fethetmişti. Aslında çok yaygın olmayan bilgiye göre, Anadolu'nun daha önceleri de Türklere yurt olduğu gerçeği vardı. Bu yüzden Malazgirt Savaşı sonrası cereyan eden Türk göçleri, son kez yapılan göçleri olarak kabul ediliyordu. Dahası, ailesinin kökleri Van ve çevresinde, 10 bin yıl önceye kadar gidiyordu. Bunu da kütüphanede bulduğu atası Ayçıl'ın günlüğü sayesinde öğrenmişti. Ne var ne yok her şeyi anlatmıştı. Oldukça ilginç bir hayatları olmuştu.

Ailesinin ve halkının binlerce yıl boyunca doğudan batıya kadar sürekli göç etmesi, bir çok kültürel mirası da yanında taşımasına neden olmuştu. Bu yüzden şehrin en derin tarihlerine inip, iyi araştırıldığı takdirde, muhakkak halkına ait bir şeye rast gelmek mümkündü. Örneğin Alp Dağları buna en iyi örnekti. Türkler, Alp ismini, bir nevi Samuray gibi, özel eğitilmiş seçkin bir savaşçı topluğuna verirdi. Her savaşçı ve asker, alp değildi. Alpler özel olarak eğitilir ve sınava tabi tutulurdu. Osmanlının ilerleyen zamanlarında Alpler yerini Alperenlere bırakmıştı. Alp ve eren sözcüğünden oluşan Alperen, bir nevi hem derviş olan hem de savaşçı yeteneklerine sahip kişileri ifade ediyordu. Fakat Alperenler son çare olarak savaşmayı tercih ederdi. Onlar barış insanıydı. Gönüllerinde Allah sevgisi, dillerinde dost sözcükleri ile diyar diyar gezerlerdi. Bu açıdan bakıldığında gönülleri fethetmek için mücadele eden insanlardı. Tarihte en günlü alperenlere örnek olarak, mezarı Budapeşte'de olan, Gül Baba gösterilirdi.

"Yürümek mi istiyorsun?" dedi Turhan.

Aybörü arabadan inmiş dakikalarca kıpırdamadan duruyor ve düşünüyordu. Başıyla onaylayınca kısa bir tereddütten sonra arabadan inmeye yeltendi. Fakat Aybörü onu durdurdu.

"Tek başıma lütfen."

"Araba ise mesele, şunun şurasında 18'simize 3 sene kaldı." dedi Utku gülümseyerek. "Araba kullanmayı biliyoruz. Çiftliğe kadar götürebiliriz."

"Ondan değil. Sadece tek başıma olmak istiyorum."

"Nasıl istersen." dedi Turhan ve başka bir şey söylemeden arabayı çiftliğe doğru sürdü.

Sultanların Yükselişi -Kam Savaşları-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin