Gözleri parlıyor. Ama nasıl? Sanki gözlerinin içine bir saniye daha fazla baksam tüm bedenimi tüm ruhumu ona teslim edecek gibiyim. Parmak uçlarıma kadar çarpıyor beni bakışları. Gözleri gözlerime değince afet ne demekmiş anlıyorum. Nabzının atışını, üst dudağını hızlıca ıslatmasını, ellerinin beyazlığını sanki görmüyorum da hepsini içimde hissediyorum. Belki de ben en çok kokusunu koklamak istiyorum. Yakından çok daha yakınından...
Derken Nil kaşlarını çatıp "Bir adım daha atarsan bu bıçağı saplarım göğsüne ve asla bundan rahatsızlık duymam" diyor.
Derin bir nefes alıp yatağıma oturuyorum. Duymayı beklediğim cümleler bunlar değil. Zaten kendime kızıyorum. Neden beklentilere boğuluyorum ki?
Saçlarımı geriye atıp umursamaz bir tavırla "Hayatını kurtaran bu adama karşılığın bıçak çekmek mi?" diye soruyorum. Nil yutkunuyor. Avuç içlerinin terlediğini hatta karnının aç olduğunu bile hissediyorum. Korkuyor ve kendini kapana kısılmış bir hayvan gibi hissediyor. Tahminimce bu zamana kadar ona kimse iyilik yapmamış.
Nil sesini kontrol edemeyerek "Neden beni buraya getirdin?" diye soruyor. İşte o zaman her şeyi başından sonuna kadar anlatıyorum. Güvensiz gözlerle beni süzerken en azından bıçağını cebine koyuyor.
"Artık bana inandıysan mutfağa gidip bir şeyler yiyelim mi? Yalnız ses yapmamamız lazım annem uyuyor ve seni evde görmesi hiç iyi olmaz" diyorum.
Nil'in yüzünden geçen belirsiz bir tebessüm hızla kayboluyor.
"Ben gidiyorum. Ne mutfağı? Ne saçmalıyorsun sen? Hayatımı kurtarmış olabilirsin ama hepsi bu kadar işte"
Dikkatlice ayağı kalkıp "Sence bana anlatman gereken başka bir şey yok mu?" diye soruyorum.
Koyu yeşil gözleri bulutlanıyor. Beyaz saydam parmaklarıyla kısa siyah saçlarını kulağının arkasına geçiriyor. Birazdan bana yalan söyleyeceğine eminim.
"Ben sadece dolaşıyordum. Senin o kapıdan çıktığını görmedim bile" diyor. Yalan söylemeye alışkın. Daha önce binlerce yalan söylemiş besbelli. Onu bunaltmamak adına sorgulamıyorum.
"Bak hediye paketi o adamlar benim peşimde ama sen de artık işin içindesin. O yüzden bir süre benimle takılmak zorundasın" dedikten sonra narin bileğini kavrıyorum ve odadan dışarı çıkıyoruz. İtiraz edecek gibi oluyor ama onun doğru düzgün bir evi bile yok belki de bana mecbur, bilemiyorum.
Salondaki ahşap görünümlü abajuru yakıyorum, annemin bizi görmesini istemediğim için az ışıklı loş bir ortam işime geliyor. Hemen mutfağa geçip bir ekmeği ikiye bölüyorum. Hediye paketi sessizce sandalyede oturuyor. Bir ayağını diğer ayağının üzerine koymuş. Üşüdüğünü biliyorum ama onun her halini her anını bildiğimi bilmesini istemiyorum. Ben beyaz bir tişörtle duruyorum. O ise kalın hırkayla. Ama üşüdüğünü hissediyorum. Dolaptan çıkardığım peynirleri bir kenara bırakıp antreden Nil'e annemin ev terliğinden getiriyorum. Önüne sessizce bıraktıktan sonra yeşil gözlerine bakıyorum. Hiçbir şey demeden terliklere küçük ayaklarını geçiriyor. Loş ışıkta daha da karanlık duran gözleri minnettar bakıyor. Kendimi hırçın gözlerine kaptırmamak için odamdan bir battaniye getiriyorum.
"Yataktan yeni kalktın hasta olmanı istemeyiz" dedikten sonra yumuşak battaniye omuzlarına bırakıyorum. Üzerine su sıçramış kedi gibi battaniyeyi sırtından atıyor. Sessizce "Üşümüyorum ben gerek yok" diyor.
Omzumu silkip tekrar mutfak tezgahında tostları yapmaya koyuluyorum. Peynirli tostların yanına biraz domates biraz da biber doğruyorum. Dolaptan çıkardığım portakal sularını Nurgül annemin mavi cam bardaklarına koyduktan sonra hazırladığım tüm yiyecekleri tepsiye yerleştiriyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıktan Sonra (TAMAMLANDI)
Roman pour AdolescentsKatledilen Ekin ve Can'ın biricik oğlu Yaman. Kendini bildi bileli yalnız. Ağzında hep bir acı tat. Aklında intikam alevleri. Henüz gücünün farkında değil. Hala kalbi buzdan...