-38-
Kahvaltı masasındaki eksiklikleri kontrol ederken oldukça düşünceli ve dalgındı. Peşinden kovalarcasına geçip giden günleri hep yalnız geçiyordu. Onun yalnızlık tanımı, Azad'sız kalmaktı. Gerçi o her zaman varken bile yok gibiydi ya, neyse... Onun suskunluğu, Asmin'e kızgınlığı yüzünden değildi. Aslında kendine kızmıştı kadın. Bunu yapması gerekiyor muydu? Ta oraya kadar gidip Asmin'le konuşmak zorunda mıydı? Anlık bir korkuya kapılıp yapmıştı ve sonunda Azad'ın öfkesinden başka bir şey kazanamamıştı. Bu onu üzüyordu artık. Kocasıyla arasındaki mesafeye çitler örmek, o mesafeyi genişletmiş olmak yoruyordu. Bir karar vermişti. Çok düşündü, bu çıkmaz sokağın bir çıkış yönü olduğuna inanmıştı hep. Bir gün Azad kafasını toparlar, ölü bir kadının yasını tutmaktan vazgeçer sanmıştı. Ama olmamıştı... O bir ölüyken bile başaramamıştı ki, şimdi yaşarken nasıl Azad'ın kadını olacaktı? Bu hayalden başka bir şey değildi. Ve yorulmuştu artık, bitkin düşmüştü. Kayınvalidesi Dilşên Hanımın şüpheci bakışları ve "Neyin var kızım?" sorusu üzerine toparlanma ihtiyacı duydu. "İyiyim ana, çocuklara bir bakayım." Üzerine sinmiş umutsuz bir sükûnetle yaşlı kadının yanından ayrılıp çocuklarının odasına doğru yürüdü. Onları kahvaltıya çağırdıktan sonra yatak odasına girdi. Bir süre pencerenin önünde duraksayıp dışarıyı izleyerek düşündü. Uzun uzun baktı bu topraklara. Bu toprakların ona verdiği en güzel armağandı Azad. Sonra çocukları... Güzel, mutlu bir yuva için didinmişti hep. Ama Azad'ı 14 yıl boyunca bir kez bile mutlu edememişti. Çocukları doğduğunda bile buruk bir tebessüm vardı dudaklarında. Hiçbir zaman gerçek anlamda mutluluğu tatmamıştı Zühre'nin yanında, biliyordu. Hep bir eksiklik, yoksunluk... O bir kadındı ve hissedebiliyordu. Bu acı vericiydi. Son gelişinde kendisine bakışlarını ve söylediği sözleri hatırladı kadın.
"Beni büyük hayal kırıklığına uğrattın Zühre. Sen böyle biri değildin. En azından ben seni böyle tanımamıştım."
Eskiden Azad ona yalnızca çocuklarının annesi olduğu için saygı duyardı. Şimdiyse onun için büyük bir hayal kırıklığı olduğunun farkındaydı. Verdiği karar ani verilmiş bir karar değildi, uzun uzun düşünüp tartarak verdiği bir karardı. Bunu uygulamaksa öyle zordu ki... Benliğiyle Azad'a olan aşkı çatışıyordu. Azad için savaşmayacaktı, bu anlamsızdı. Kazananı belli olan bir savaş, gerçek bir savaş mıydı?
Telefonu eline aldığında bu sorunun cevabını iyi düşündü. O hiçbir zaman Asmin'e rakip olmamıştı ki! Esasında Azad'a hiç hayat arkadaşı da olmamıştı. Yalnızca çocuklarının annesiydi, bu konağınsa gelini... Hepsi buydu işte, bu kadardı. Daha fazlasını beklemek, düşlemek ona haramdı. Hattın diğer ucunda kocasının soğuk sesini duyduğunda ürperdi. Önce ne söyleyeceğini unutur gibi oldu. Dili tutuldu, konuşamaz oldu.
"Alo, Zühre..."
"Azad, merhaba. Müsait misin?"
"Evet. Bir sorun mu var?"
Tek düze cevaplar veriyordu adam. Kendisiyle konuşmak istemese de mecburdu. Her seferinde bunu hatırlatır gibiydi ses tonu. Bu yüzden konuyu uzatmamaya karar verdi. "Ben... Seninle çok önemli bir şey konuşmak zorundayım. İnan bana, çok önemli. Buraya ne zaman gelebilirsin?"
"Çocuklara bir şey mi oldu?"
"Hayır, hayır iyiler. Bir sorun yok. Aslında konu onlarla alakalı değil. Daha çok bizimle-"
"Anladım. Bugün Aydın'la iş için geleceğiz, konağa uğrarım. Akşam geri döneceğim, kalmayacağım."
Geleceğini öğrendiği an gözleri parlayan kadın, döneceğini duyunca susuz kalan çiçek misali solmuştu. "Peki." dedi yalnızca. Telefonu kapattığında içindeki umudun onu bir aptal gibi göstermesine kızdı. Verdiği karara rağmen halâ ona deli divaneydi, gözünün içine bakıyordu. Bu mecburiyetten bir sevgi, bir itaat, bir boyun eğme miydi? Bu da cevabını bilmediği sorular arasındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırılmış Kum Saati
General FictionGERÇEK BİR HAYAT HİKÂYESİNDEN UYARLANMIŞTIR. "Kefenime sarılı umutlarım vardı benim..." Kusurlu topraklara hapsolmak var bir de. Öte tarafta dönüşü olmayan bir bilet kesmek var aydınlığa. Ben seçimimi yaptım, kaçtım... Ve k...