-16-
MARDİN
"Dalgalar, kumların üzerinde usulca gezinen ayaklarına haylaz bir çocuk gibi çarpıp kaçarken ellerinde sıcak bir elin varlığı tüm benliğini aşkla dolduruyordu. Başını onun omzuna yasladı kadın. Üzerinde uzun, sarı bir elbise vardı. Öyle çok yakışmıştı ki üzerine... Ayak bileklerine kadar uzanan elbiseyle bir o yana bir bu yana salınırken saçları ahenkle savruluyordu. Gözlerindeki solgun yeşil parıltılar eşliğinde dans ediyor gibiydi. O saçların kokusunu çok iyi tanıyordu Azad. Kalbiyle, ruhuyla ve tüm benliğiyle tanıyordu. Başını o saçlara gömdü iç çekerek. Alışmıştı artık, bunun bir rüya olduğunu bildiği halde sessizce tadını çıkarıyordu. Aniden başını kaldıran kadın, tedirgin bir biçimde gözlerinin içine baktı ve dudaklarına yaklaştırdı dudaklarını. Öpüşmeden birkaç saniye önce 'Bırakma beni Azad, unutma beni...' diye fısıldadı Asmin. Gözlerinde korku, endişe ve çaresizlikten kırıntılar vardı."
Kafası karışık bir şekilde kalktı yataktan. Saat 08.30'du, ilk defa bu kadar geç kalkıyordu. Komodinin üzerindeki saate tekrar baktıktan sonra hantal bedeniyle ayaklandı. Tüm gece uyuyamamış gibiydi, bedenindeki yorgunluğu atabilmek için duşa girdi. Banyodan belinde havluyla çıktığında yatağı toparlamaya çalışan karısıyla karşılaştı. "Neden uyandırmadın beni?"
"Yorgundun, kıyamadım."
Cevap vermedi adam. Bu suskunluğunun bir sürü sebebi vardı. En belirgin sebebiyse ona haksızlık ettiğini biliyor olmasıydı. Evlendiklerinden beri karısının umutla kendisini sevmesini beklediğini de çok iyi biliyordu. Bunun mümkün olmadığını bilmek genç adamı ister istemez üzüyordu. Zühre'nin de iyi bir insan olduğunun farkındaydı. O her zaman bir dediğini iki etmeyen, itaatkâr bir eş olmuştu Azad'a karşı. Çünkü böyle yetiştirilmişti. Onu sevmeye çalışıyordu lakin başaramıyordu işte, sevemiyordu bir türlü. Sevgi, aşk... Bunlar istenilen veya hak eden kişilere dağıtılabilen duygulardan değildi. Azad ona ancak merhametle yaklaşabilirdi, ötesi yoktu. Yalnızca çocuklarının annesi olarak değer verebilirdi, elinden gelen sadece buydu. "Çocuklar nasıl, okula gittiler mi?"
"Asmin'i gönderdim ama Ferhat okula gitmedi bugün."
"Neden?"
"Tutturdu okula gitmeyeceğim diye, hiçbirimizi de dinlemedi."
Başını aşağı yukarı salladı adam. "Ben konuşurum şimdi onunla." Ne zamandır baba oğul vakit geçirmiyorlardı, bugünü kendilerine ayırmaya karar verdi. Oğlunun odasına doğru yürürken gördüğü rüyanın etkisinden çıkmaya çalışıyordu. Böyle mutsuz bir evlilik ve iki çocuk... O çocukların annesi Asmin olmalıydı, diye hayıflanırken buluyordu kendini zaman zaman. Sonra bunun düpedüz Zühre'ye haksızlık olduğunu düşünüp pişman oluyordu. Ama ne yapabilirdi ki, gönlünden düşen sözlerdi bunlar. Babalık duygusunu ona yaşatan sevdiği kadın olsun isterdi ama ne yazık ki olmamıştı işte. Sessizce kapıyı açıp içeri girdiğinde masasında oturmuş bir şeyler çizen oğlunun asık suratına bakıp gülümsedi. "Eee Ferhat Efendi, neden okula gitmedik?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırılmış Kum Saati
Ficción GeneralGERÇEK BİR HAYAT HİKÂYESİNDEN UYARLANMIŞTIR. "Kefenime sarılı umutlarım vardı benim..." Kusurlu topraklara hapsolmak var bir de. Öte tarafta dönüşü olmayan bir bilet kesmek var aydınlığa. Ben seçimimi yaptım, kaçtım... Ve k...