"Zeynep Hanım kurabiyeler pişti. İkinci pastayı da pişirelim mi yoksa sizce bu kadarı yeterli mi?"
"Pastanın frambuazlı olması şart mıydı yani? Çilekli yapsak ve aroma katsak?"
"Yarın saat kaça yetişecektik?"
Allahım sen bana yardım et!
Derin bir nefes alıp kontrolü sağladım. "Her ihtimale karşı ikinci tepsi hazırda beklesin. Kalabalığa bağlı olarak pişirip pişirmeyeceğimize bakarız. Ve hayır frambuazlı istedilerse frambuazlı yapacağız. Sahtekarlık yok. Ve yarın tam 2 de hazır olmalı her şey. Yapabiliriz arkadaşlar. Bu iki günü de atlatalım söz veriyorum hepinize izin vereceğim."
Herkesin yüzünde yorgun bir gülümseme belirdi. Beni bırakıp gitmeleri için daha ciddi sebepler varken bile gitmemişlerdi. Kaldı ki bu durum onlar için çocuk oyuncağıydı. Sadece son bir haftadır çok yorulmuştuk.
Yaz mevsimi ile beraber bitmeyen partiler, doğum günleri başlamıştı. Bütün hafta bunlarla uğraşıp tam nefes alacağız dediğimiz sırada bir grup kadın bugün için toplantılarını burada yapıp yapamayacaklarını sordular.
Herkes son gayretini onlar için sarf ederken de küçücük bir çocuğun yarınki doğum günü için kocaman uzay aracı şeklinde bir pasta yapmamızı istemişti. Kıvırcık uzun saçlarından görünen küçücük gözleriyle öyle güzel bakıyordu ki kabul etmemem gerekirken kendimi "Evet" derken bulmuştum. Elinde hayallerindeki pastanın bir resmi bile varken onu reddedemezdim ki.
Mahcup bir şekilde arkadaşlarımın yanına gelip müthiş haberi verdiğimde -yüzümdeki ifadededen olsa gerek- hiç de umduğum gibi kötü bir tepki vermediler.
Onların bu fedakarlığı karşısında odamda öylece oturup, o hazır mı, bu hazır mı diye sadece çeneden ibaret bir patron olamazdım. Hemen önlüğümü giyip onlarla ben de işe koyuldum. Öğlen olmuştu. Bugünün hazırlığı büyük ölçüde hazırdı. Kalabalığa göre ek takviye yapacaktık.
Problemin büyüğü yarınki partiydi. Börek-çörek kısmı kolaydı ama ben hiçbir pastayı çizim yapmadan hayata geçirmezdim. Geçiremezdim. Matematiksel orantılar olmadan imkansızdı. Ama burada, bu karmaşada onları da yalnız bırakıp gitmek istemiyordum."Zeynep Hanım, iki tane misafiriniz var ve sizi görmek istiyorlar." Düşüncelerimi Ali bölmüştü.
Kim olduklarını bakışlarımla sorguladığımı sanıyordum ama o sadece gülüyordu.
Hah. Bir de Aslı ile ablam eksikti. Niye önceden haber vermiyorlardı ki?
"Söyle onlara buraya gelsinler. Çıkamam şimdi dışarı. Ama çokta yemeklerin yanına gelmesinler. Herhangi bir saç rezaleti yaşayamam."
Telaşlıyken beynim sorun odaklı çalışıyordu. Aksilik yaşamak istemiyordum. Ali Allah'tan başka bir şey demeden çıkıp gitmişti. Ben de bugünün menüsünü son kez kontrol ediyordum. Her şey tamamdı. Ekibim diye demiyordum ama harika iş çıkartıyorlardı.
"Zeynep Ablaaaaaa." Kafamı çevirdiğimde yanımda güler yüzü ile duran Kumru'yu gördüm. Sevinçle ona sarılıp kucağıma aldım.
"Hoşgeldin bitanem. Ama sen buraya tek başına gelmedin, değil mi? Yolu nasıl buldun?" Sorularımı eliyle kapıyı göstererek cevap verdi. Yiğit orada duruyordu ve bana el sallıyordu.
"Kapıdaki abi daha fazla içeri girerse senin onu öldürebileceğini söyledi. Çok sinirliymişsin de." Yanımdaki Ali'ye kötü kötü baktım.
Kimi öldürmüştüm ki bugüne kadar. Tamamen yalan!
Kumru'yu yere bırakıp önlüğümü çıkardım. "10 dakika içinde dönerim ben." diye haber verip Kumru ile Yiğit'i alıp dışarı çıktım. "Dışarı çıksak olur mu? Daha fazla burada durursam kafayı yiyebilirim."
Yiğit ile Kumru kararsız bakışlarla önce birbirlerine baktılar ama sonra kabul ettiler. Bulduğumuz ilk banka oturduk. Yemekten sonraki ilk buluşmamızdı hep birlikte. Bu hafta benim için çok yoğun geçince eve bile zor uğrar olmuştum. Gerçi kafemde evim gibiydi bir şikayetim yoktu ama burada rahat bir yatak yoktu tabii ki. Belki ilerki yıllarda onu bile yapabilirdim.
Yiğit ile ya telefonda konuşuyorduk ya da arada yemeklerini yemek için benim kafeme geldiği zaman. Şimdi ikiside benden korkarcasına bekliyorlardı.
"Neden öyle bakıyorsunuz bana?"
"Şey, biz yemek yiyorduk da. Şu an muhtemelen soğuyorlardır."
"İnanmıyorum. Neden söylemediniz? Ben... Ben yeni geldiniz sanmıştım." Bir yandan da ayağa kalkmış onlarında kalkmasını bekliyordum. Yiğit bu esnada ayağa kalkıp beni omuzlarımdan tutup, nazikçe yerime oturttu.
"Yemek önemli değil, Zeynep. Sen iyi misin?" dedi. "Sadece çok yoruldum. Yarına yetiştirmem gereken bir uzay aracım var ve daha resmini bile çizmedim."
Kumru uzay aracı kısmını ciddiye almış olacak ki gözleri kocaman açıldı. "Ama senin aşçı olduğunu söylemişti Yiğit Abi."
Çocukların bu saf hali, dünyadaki en güzel şey değil mi?
"Ah, tatlım. Uzay aracı şeklinde bir pasta yapmam gerekiyor. Yoksa başka bir şey değil." Bunları duyunca rahatlamıştı. Ama Yiğit hala endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Bu kadar çok yorulmak zorunda değilsin ki. Birkaç eleman daha almalısın bence. Ya da yarınki pastayı iptal et."
"Ben bu yorgunluğu seviyorum ama."
"Ben senin kötü olmanı sevmiyorum ama." Bunları beni taklit ederek söylemişti ama niyetini biliyordum sonuçta.
Tartışmamak adına başka bir şey demedim ve Kumru'ya döndüm. "Sen nasılsın canım?"
"Ben çok iyiyim. Bugün Yiğit Abi bize geldi ve sana süpriz yapmak istediğini söyledi. Ben de hemen onunla geldim."
"Çok iyi yapmışsın. Seni görünce tüm yorgunluğum gitti." Küçücük ellerini boynuma sarınca içim onun sıcaklığı ile doldu.
"Tamam o zaman. Bugün ben de senin çalışanın olacağım. Sana yardım edeceğim ve işi erkenden bitirip evine gideceksin." Yiğit hala aynı konudaydı demek ki.
"Yiğit, teşekkür ederim ama...
"İtirazlarını dinlemek istemiyorum ben. Hem Kumru da yardım eder. Değil mi Kumru?" Uzattığı eline Kumru da çakınca çoktan plan kurmuşlardı bile. Onların kararlarında en ufak bir etkim dahi olmuyordu ki. Ama şuan inatlaşacak gücüm de yoktu.
Ellerimi pes ettiğimi anlatan şekilde kaldırıp onlara yenildiğimi gösterdim. Hem fazladan iki eleman bugün için hayatımı kurtarabilirdi. Mutluluk çığlıkları atan Kumru ikimizin de ellerini tutup hazır olduğunu belirtti.
Hep beraber kafenin yolunu tuttuk. Yemekleri gerçekten de soğuduğu için onlara yemek ısmarlayacağıma söz verip mutfağa gittik. Yiğit yine kendine kıyafet bulmuştu ama Kumru için elimde hiçbir şey yoktu. Aslında onu yormakta istemiyordum ama öyle hevesliydi ki kalbini kırmadan onu reddetmemin imkanı yoktu.
Çocuklar bu dünyada benim zayıf noktalarımdı sanırım.
Zor durumdan beni Elif kurtardı. Belimize bağladığımız kumaşları katlayıp Kumru için uygun hale getirmişti. Beline güzelce onu bağladık. Başını da güzelce örtünce tamamen bizden olmuştu.
Hazır olduğunda mutfağın tam ortasına geçip "Bakın bana." deyince herkes ona çevirmişti gözlerini. Etrafında tur atıyordu kahkahaları eşliğinde. Zaten şimdiden herkesin kalbini kazanmıştı.
Herkes ona övgüler yağdırırken Yiğit de beni elimden tutup oradan çıkardı. Neden böyle bir şey yaptığını anlamamıştım ama sonuçta o Yiğit Akar'dı.
Beraber benim odama girdiğimizde bakışlarımı ona çevirdim ama umrunda değildim büyük ihtimalle. Masama geçip bulduğu kağıtları ve bütün kalemleri oraya yığdı. Sonra önüme geçip prensesmişim gibi reverans yaptı. Elini uzatınca gülümsememi bastırıp elini tuttum. Beni kibarca sandalyeme oturttu.
Eğilip tam kulağıma "Patron bugünlük sensin. Ama ben her zaman emrine amadeyim." dedi. Sonra da saçlarımdan öptü ve göz kırparak kapımı kapattı, gitti. Varlığı burada değildi ama sözleri daha birkaç dakika boyunca kulaklarımdan silinmedi.
Aptal adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HADİ BENİ İNANDIR!
Dla nastolatkówHayallerimizden özgürlüğü adına vazgeçmiş. Gezip göreceği onca yer varken hayatı erteleyemezmiş. Bize olan inancı hiç bitmemiş de bizi sadece ertelemiş. Yedi yıl sonra tek açıklaması bunlardı ve ben bir merak uğruna gidip dinlemiştim. Ben bir belki...