Medya; Jungkook x Lady Jane - I'm In Love
*
Hayatımı değiştiren şey,elime yanlışlıkla geçen bir defter miydi,yoksa ölümüne tanıklık ettiğim küçük bir kuş muydu,bilmiyordum.Yapmamam gereken şeyleri yapmakla,yapmam gerekenleri sonsuza dek ertelemek miydi kaderimin çizgisini çeken bilmiyordum.Bazı şeylerin bilinmezken daha büyüleyici olduğunu biliyordum.Yalnız yürümenin bir insana neler hissettirdiğini biliyordum.Geceleri kollarımı kendime dolayıp gözlerimden taşan yaşları çekmek için dudaklarımı kemirmeyi biliyordum,bazı günler yalnızca neden yaşadığımı düşünerek yolun arabalara yakın tarafından yürürdüm.Hayata gelmenin parlak bir ışık huzmesini andıran mucizevilikte olduğunu ve gideceğimiz anın da bilinen en siyahtan daha karanlık olduğunu biliyordum,bu yüzden yanımdan hızla geçen arabaların rüzgarını tenimde hissetmek bana düşüncelerimde eşlik ediyordu.
Neden birilerini ,bir şeyleri severiz diye merak ediyordum.Sevmek duygusunun insanın kalbine tohumlarını ilk bıraktığı an hangisidir? Bizi dünyaya taşıyan kişinin karnına düştüğümüz anda mı? Ya da babamızın bedenini terk ettiğimiz ve yaşama umudu bulduğumuz o ilk anda mı? Belki çok daha sonraları,dünyaya bir perdenin ardından bakmayı bırakıp çığlık çığlığa ağladığımız o ilk an sevgi,bir dokunuşla tenimizin şefkate alıştığımız o anda mı? Bilmem.Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim,yetişmeyi umduğu yere tam gaz giden siyah volvonun neredeyse elime dokunacağı mesafeye rağmen bilemeyeceğim.Bazı şeyler,diyorum ya ,çoğu zaman bütün şeylerin varoluşundaki bilinmezlik,belki de bizi sevmeye zorluyordur.
İnsan beyninin kompleks yapısına tam bir zıtlık oluşturması açısından,insan ruhunun tertemiz ve basit bir şekilde yaratıldığını düşünmüşümdür hep.Ve eğer ruhun bir rengi varsa,mavidir benim için.Doğduğu ilk anda mavinin en gök tonlarını taşır her ruh ve yaşadıkça,sevdikçe,ağladıkça akar bu renk,bazen kararır,bazen boyanır başka renkli ruhlara sarıldıkça.Ve ben sevsem de,ağlasam da ve hatta sarılmaya değer gördüğüm her ruha sımsıkı sarılmaya çalışsam da,ruhumun mavisini başka bir renge boyayamamıştım.Belki de öz annemin beni sevmemesi benim ruhumun sonsuza dek maviyle lanetlenmesine sebep olmuştu,belki de öz babam benden nefret ediyordu ya da beni sevemeyecek kadar yorgun,meşgul bir adamdı.Öz ailemi hiçbir zaman tanıyamamıştım, beni evlat edinen sevgili ailemle yaşamak beni her zaman mutlu etse de,hissedemediğim şeylerin dayanılmaz ağırlığını omuzlarımda taşıyordum.Yine bilinmezliğin korkunçluğuna giriyordum,bütün düşüncemin başlangıcı bir hiç ve sonu da hiçbir yere varamayan bir mavilik oluyordu.
Sahip olduğum tek şeyin mavi gök olduğunu,ve gittiğim her yere benimle geleceğini biliyordum.Ve gökyüzüne sonsuz bir tutkuyla bağlıydım,gecelere aşıktım ama mavi sabahları engellenemez bir şekilde çok seviyordum.Ben büyürken o kadar yalnızdım ki düşünmek için çok fazla zamanım olmuştu ve ben de,belki ruhumun renklerini bulabilirim umuduyla bir sürü kitap okumuş,bir sürü şehir gezmiş sayısız insanla konuşmuş,kalplerine dokunmuştum.Yalnızca kendi mavimden dağıtarak yaşamaya devam etmiş ve yirmi yaşımda,yolumun düştüğü bu şehirde rengini simsiyahlıktan bile koyu bir renkle gizlemiş olan birisini görmüştüm.
Gecelerce,sabahlarca konuşsam da tam olarak anlatamayacağım bir hikaye başlamıştı böylece,yıllarca aradığım,bulamadığım ve en bulmamam gerektiği anda karşıma çıkmıştı.Hayatta her şeyin beklemekten vazgeçildiği an olmak üzere eğildiğine dair bir şeyler duymuştum,doğruluğuna hiç mi hiç inanmamıştım.Çünkü insanın olmasını deli gibi istediği bir şeyi beklemekten vazgeçebileceğine ihtimal vermiyordum.Ben aldığım her solukta,istiyordum,yaşamayı,aşık olmayı,tutunmayı,sarılmayı,uçmayı..
O kadar güçlü bir siyahla gizlemişti ki ruhunun rengini göremiyordum.Her zaman fantastik dizilerde o gücünün işlemediği insana doğru çekilen bir başrol değildim.Ah hayır,hiçbir zaman gözüm başrol koltuğunda olmamıştı.Ben her zaman,başrollerin ağlayarak birbirinden ayrıldığı sokakta,şemsiyelerine sarılmış insan kalabalığının arasındaki yağmuru hisseden o figüran olmak için doğduğumu düşünüyordum.Çünkü o figüranın karmaşık romantizmlere ihtiyacı yoktu,entrikaya ya da büyülü kurgulara ihtiyacı yoktu.Yalnızca yağmura ve köşe başında sarılacağı adama ihtiyacı vardı.Bu yüzden şemsiyeye de ihtiyacı yoktu.Süslü tavırlara ihtiyacı yoktu,yalnızca sarılıp bütün yaralarını sarmayı umuyordu o adamın.Ve Min Yoongi o adamdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Morn ☁ myg
FanfictionMavinin soğuğu temsil ettiği bu yalancı dünyada,mavi ateşin en sıcak ateş olduğundan bihaberdim. 'Madrugada' "Hm?" 'Şafak sökmeden önceki an,gece mi gündüz mü anlaşılmayan o an,portekizcede madrugada demek' Gü...