Medya;Studio Ghibli Meets BTS
Dostoyevski Suç ve Ceza'sında bir katilin zihninin içini en derinlerine kadar tarif edip,birisini öldürme dürtüsünün insanı nasıl delirtebileceğini anlatırken nasıl bu kadar gerçekçi olabilmişti?
Bir canın ölümüne,bir nefesin kesilişine sebep olmak,bir insanın omuzlarına nasıl bir yük yükler? Bu soruyu kaç gece uyurken kendisine sormuştu kim bilir,bir kitap uğruna? Peki neden? Hayat insanları nasıl bir çıkmaza sokuyor olmalıydı ki bir başkasının yok oluşuna sebep olabilecek kadar cesur olabiliyordu? Cesaret,cinayet için doğru tanım değildi belki de,belki bütünüyle korkaklıktan ibaretti. Okuduğum hiçbir kitabın ve tanıştığım hiçbir insanın,hatta hissettiğim hiçbir duygunun tesadüfen hayatımda olmadığını çok iyi biliyordum,ya da en azından böylesine inanıyordum.
Bazen hayat sizi ne dilediğinize bakmaksızın ne yaptığınızın sonucuna götürürdü,ve size eliniz kolunuz bağlı halde aslında sizin eseriniz olmayan bir esere boş gözlerle bakmak kalırdı.İstemiyordum,böyle olmasını istemiyordum,çığlıkları atsanız bile sizden başka duyacak kimse kalmazdı.Yalnızca siz,ve sizin olmayan eseriniz.
Bazı insanlar,yüzleşmekte o kadar güçlük çekerler ki şöyle bir avuntunun ardına saklanırlar. "Herkes hata yapar"
Yanlış.Yalan.Kocaman bir yalan.
"Herkes seçim yapar,sonucunu üstlenemedikleri zaman da buna hata ismini verirler."
Bildiğim binlerce yanlış olduğuna emindim,yalnızca doğrusunu görebilmem için acı tecrübeleri kucaklamam gerekiyordu,dibi gördüm,dediğim an kara bir delik gibi dibin de dibine düşmem gerekiyordu.Canımı öldürecek kadar yakıp,öldürmemesi gerekiyordu bu hayatın beni.
Sırrı da burdaydı,öldürecek kadar acıtıp,boğazımdaki ellerini sonuna kadar sıkıp,son raddede yaşamın tadını dudaklarıma bırakmasındaydı.Ve sonra,yine yaşayabilirim umuduyla çektiğin soluk,ölümü senden uzaklaştırırken seni ölümün nefesini hissederek,ne yaşatıyor ne öldürüyor.
Rüzgar olanca gücüyle camı tıkırdatıyor.
Bulutlar, pencere pervazından sekip toprağa düşen damlalara dönüşüyor.
Kasırga geliyorum diyor.
*
Sessizlik,yağmurun sesiyle meydana çıkıyor ve gri sıradanlığın çoğalarak seyre daldığım dar sokağın üstünde birikmesiyle yayılıyor.Bilincim yerinde ama uyuyorum,sanki her şeye yaslanıyormuş gibi pencereye yaslanmış halde duruyorum.Karanlıkta parlayan berrak suyun,binaların kirli cephelerinden ve bilhassa açık pencerelerden iplik gibi döküldüğünü hissetmeden önce barındırdığım duygularımı arıyorum içimde.Ve ne hissedeceğimi ya da ne hissetmek istediğimi bilmiyorum.Ne düşüneceğimi ya da nerede olduğumu bilmiyorum.*
*
Parayı taksi şoförüne uzatırken parmaklarımın buz kestiğini fark ediyorum,ama neden sıcacık bir arabadan inerken böyle üşüdüğüme dair hiçbir fikrim olmadan yürümeye devam ediyorum.Sağ elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonumun sanki benden kaçabilme ihtimali varmış gibi,sanki o da beni bırakırsa kimsesiz kalacakmışım gibi,sanki kimsesiz değilmişim gibi,
Kendimi neye sürüklediğimin farkında olmadan,adımlarımın sonunun ona çıkacağının beni küçücük mutlu etmesine izin vererek bir şeylere kalkışıyorum.Havanın bu denli kapalı olması benim suçum değil,diyorum,geceyarısı gri bulutların olması benim suçum değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Morn ☁ myg
FanfictionMavinin soğuğu temsil ettiği bu yalancı dünyada,mavi ateşin en sıcak ateş olduğundan bihaberdim. 'Madrugada' "Hm?" 'Şafak sökmeden önceki an,gece mi gündüz mü anlaşılmayan o an,portekizcede madrugada demek' Gü...