Medya; Wax- Love wind
*
Kolumu bırakmasına rağmen hala elleri üzerimdeymiş gibi gergin hissediyordum.Min Yoongi'nin bana olan her dokunuşunun,teması kesilmesine rağmen etkisinin daima sürdüğünü hissetmek bana verilmiş bir nimet sanıyordum ki bunun aslında bir lanet olduğunun farkına varmıştım.
Neden onca yerin içinden benim ona zorla caramel macchiato içirdiğim sahili seçmişti ve beni buraya getirmişti bilmiyordum,tek bildiğim kolumun çok ağrıdığı ve Yoongi'nin burayı özenle seçecek kadar duyguları önemseyen birisi olmadığıydı,en azından bana karşı.Bunu oldukça kötü bir şekilde her karşılaşmamızda tecrübe ediyordum.Hiç konuşmadan dalgaları dinleyerek dikilmemizin 13.dakikasında konuştu, sesi kusmak üzereymiş gibi çıkmıştı.
"Bana ne dediğini hatırlıyor musun? Sadece Arven olarak yanımda kalacaktın. Ne olursa olsun değişmeyip,-- * sözüne devam edemeyerek yutkundu"
Ben de en az onun kadar öfkeliydim.Birbirimizi öldürecekmişiz gibi hışımla çıkmamıza rağmen,beni buraya getirmesinin sebebi ikimizin de öfkesinin biraz dinmesini sağlamaktı sanırım.
"Peki devamında ne dediğimi hatırlıyor musun? Ben sözümü tutuyorum Yoongi.Beni incitsen de senden uzaklaşmayacağımı,bu yüzden beni paramparça etmenin işe yaramayacağını söylemiştim.Bunun sana sağlayacağı tek şey yanında bir enkaz taşımak olacak demiştim.Öyleyse sen...neden--"
İkimizin de bir cümleyi tamamlayacak takati yoktu.Öyleyse neden konuşmakta diretiyorduk ki ,söylediklerinde haklıydı ve ben öyle süzme bir salaktım ki,şimdi bile,bana kollarını açmasını ve bana sarılmasının,kucağının her şeyi iyileştirmesini diliyordum.
Konuşmadan durduk,yine.
Birbirimizi konuşmadan da anlıyor oluşumuzun bizi mahvetmesine sarıldık,birbirimize sarılmak yerine.
O an anladım,bizi önleyen şey,biz olmamıza engel olan şey ne gurur ne kibir ne de bizimle ilgili olan herhangi bir şeydi, engel olan şey bir insan sürüsüydü.Aramızda duruyorlardı,ve onları kıpırdatamıyorduk bile,bir bebek,bir kaç kadın,adını bile bilmediğimiz bir sürü insan. Kollarımızı uzatıp birbirimize sarılamıyorduk,çünkü ellerimiz yetişmiyordu.Birbirimize bir anahtar kilit gibi uyuyorduk.Ve ben o an kilitsiz bir anahtar olmadığım için şükretmem gerekirken,yanlış kapıya girip zorladığı için kırılan bir kilit de olmadığımı anlayarak burukça gülümsedim,dudaklarımı kıpırdatmadan içimle gülümsedim.
Ben yalnızca,kilidinin diğer tarafında başka bir anahtar olan bir kapıdaydım.Ve arkadaki anahtar yamuk durduğu için,bu kapıyı hiçbir zaman açamayacaktım.O yamuk duran anahtar bu kapıdan çekilip alınmadığı sürece...
Rüzgarın bütün bedenimi sarsmasına aldırmadım,soğuktan hiçbir zaman nefret etmemiştim.Denizin bizim aksimize oldukça durgun olduğu bir anındaydık,bana başka bir çare bırakmadığı için kızıla boyattığım saçlarımın uçuşup yüzümün önüne gelmesine aldırmadan ona baktım.Neden sevdiğimi anlayamadığım,ama varoluşumun amacıymışçasına dört elle sarılarak sevdiğim bu korkunç adama baktım.
Fazla mı cesurdu yoksa fazla mı korkaktı anlayamıyordum.Fazla mı sertti kalbi yoksa olmaması gerektiği kadar yumuşak mıydı anlayamıyordum.Burada onunla öylece durmak kalbimi yumuşatıyordu,ve ben öfkeme dört elle sarılmış gitmemesini diliyordum.Onu böyle kolay affetmek istemiyordum,aynı etkinin onun da üzerinde olduğunu gördüm.
"Hiçbir şey bilmiyorsun..."
"Asıl sen 'hiçbir şey bilmiyorsun' dan başka bir şey bilmiyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Morn ☁ myg
FanfictionMavinin soğuğu temsil ettiği bu yalancı dünyada,mavi ateşin en sıcak ateş olduğundan bihaberdim. 'Madrugada' "Hm?" 'Şafak sökmeden önceki an,gece mi gündüz mü anlaşılmayan o an,portekizcede madrugada demek' Gü...